10 Ağustos 2016 Çarşamba

Gençler Toplanın Hele

Evet, toplanın gençler, bir duyurum var!



Uzun zamandır hayata geçirmek istediğim bir işim vardı. Kısa süre önce ilk adımlarını çok sevdiğim bir yakınımla birlikte attık. Peki neydi bu iş? İlk önce kendim için olmak üzere, gelin buketi, taç ve yaka çiçeği yapıyordum beş yıldır. Arkadaşlara, eşe dosta yaptım. Sonra neden bunu sürekli olarak yapmamayım dedim ve dediğim gün, sanki bir işaret gibi Elsa&Bambi Gelin Aksesuarları'ndan Deniz Hanım instagram sayfamı görüp benle iletişime geçti. Ben de Elsa&Bambi için çok cici buketler ve yaka çiçekleri hazırladım. Şimdi yine onlar için gelin taçları ve saç aksesuarları hazırlıkları içindeyim. Asıl işim çevirmenlik, şu anda da bitirmem gereken işler var. Ondan sonra bu diğer işe biraz daha ağırlık vermek niyetindeyim. 



İnstagram sayfamda ürünler henüz yok ama Facebook sayfasından yaptıklarımı takip edebilirsiniz. Kendim yaptım diye demiyorum ama evlenecekseniz ya da çevrenizde evlenecekler varsa kendimi şiddetle tavsiye ediyorum :)







Burada paylaştıklarımı Elsa&Bambi için hazırladım, kısa süre sonra firmanın sitesinden temin edebilirsiniz. Diğer siparişler için de bana mesajla ulaşabilirsiniz.  


19 Haziran 2016 Pazar

Bebekli Hayat: Evde Islak Mendil Yapımı

Ey ahali selamlar,

Uzunca bir ara verdiğim yazılara dünkü doğum yazımla geri dönmüş bulunuyorum. 

Bu yazıda evde ıslak mendil yapımını anlatacağım. Anlatacağım deyince öyle zor bir şey değil, çok basit. Ayşe Ece'de bunu neden görmemişim bilmiyorum. (Bu arada yazıyı okuduğum kaynağı tekrar bulamadım, sahibi hoş görür umarım.) Uni Baby'ye ne paralar bayıldık ama :) Parasını da geçtim, saf su ve pamuk dese de sonuçta içinde gıda koruyucu potasyum sorbat var. Yani bir katkı maddesi. 

Benim evde hazırladığım ise sadece peçete, su ve uçucu bir yağdan (papatya, lavanta vs.) ibaret. 

Şimdi ihtiyacımız olanlar:

* Bir tane saklama kabı. Ben Tupperware'den ıslak mendil kutusu aldım. Başka markaların da varmış ama bu markanın, içindeki ürünleri bozmama gibi bir özelliği olduğunu bildiğim için ve ıslak mendiller bir süre sonra küflenebilir vs. diye bu ürünü seçtim. (Küflenme sorununu yaşamadım, ilk yaptığım 125 yapraktı ve 8-9 günde bitirdik. İlk zamanlar bebeklerin ne kadar kaka-çiş yaptığını bilir sevgili yenidoğan anneleri ve babaları :) Böyle bir sorun olur mu onu da bilmiyorum, dediğim gibi sadece bir önlem.)


* Solo Çek-Al Peçete Yedek Paket. Evet, bildiğiniz Solo. Daha doğrusu suyu görünce dağılmayan herhangi bir marka olabilir. Bu peçete hem ince ve yumuşak hem de suda dağılmıyor. Aynı markanın Çek-Al Havlusu da var ama onu denemedim, kalın olur gibi geldi. 



* Uçucu bir yağ. Aslında bu isteğinize kalmış, yani hiç kullanmayabilirsiniz de. Ben ilk denemede evde lavanta olduğu için onunla denedim. Şimdi ikinci paketi de onunla yaptım. Üçüncüyü de papatya yağıyla denemek istiyorum. 

* Kaynamış su.

Yapımı ise kısaca şöyle:

Bahsettiğim peçetenin içinde 125 adet var, bu kadar peçete için yaklaşık 1 litre kaynamış, soğumuş suyun içine bir tatlı kaşığı uçucu yağımızı karıştırıyoruz. Sonra da saklama kabına koyduğumuz peçetelerin üzerine bu suyu döküyoruz. İşte bu kadar basit :)



18 Haziran 2016 Cumartesi

Bir Doğum Hikayesi: Ömer Tuna

Dakiklik huydur bizde...

Evet, oğlum da kızım gibi tam beklenen gününde doğdu. 8 Haziran gecesi, 3.20'de. Gerçekten dakikler mi yoksa ben kendimi o tarihe şartlandırıp bedenen ve ruhen hazırlandığımdan mı onu bilmiyorum işte.

İlk doğumumla benzerlikler içeriyordu bu da. Annem doğuma on sekiz gün kala yanıma geldi memleketten. Ayşe Ece'de 17 gün kala gelmişti. Bu 17 gün içinde evde yapılacak işleri yaptık beraber; daha doğrusu o dikiş makinesinin başındaydı, ben de evde dört dönüyordum. Bunun bir adı vardı, yani bebek gelmeden önce annenin evi dip bucak temizleme, düzenleme isteğinin. Ben de evde ne kadar atılacak, birilerine verilecek şey varsa ayırdım. Yıkanacaklar, ütülenecekler... Salondaki halımı da doğumdan iki gece önce sildim mesela. Kolay doğum yapmamın nedenlerinden biri de buydu sanırım, doğuma kadar hareket halinde olmam. 

Gelelim o güne... 7 Haziran'ı 8'ine bağlayan gece geldi oğlum dünyaya. Evde Ahmet, kızım, annem ve Ramazan'dan bir gün önce gelen erkek kardeşim Mustafa vardı. Saat 12'ye gelirken uyku bastırınca yatayım dedim. Çok çok hafif, sancıya benzer dalgalar vardı ama pek de umursamadım. Kızım çoktan uyumuştu. Annem ve diğerleri ayaktaydı. Hemen uykuya daldım, saat ikiye beş kala sancıyla uyandım. Evdekiler sahur için mutfak masasının başındalardı. Beni görünce hayırdır dediler, ben de şakayla, doğuruyorum dedim. Gerçekten mi dedi eşim. Gerçekten dedim. Aslında önceki gün, yani 7 Haziran'da akşam yedi civarında çok hafif bir pembelik gelmişti, nişan dedim kendi kendime ama anneme de söylemedim, erkenden heyecanlanmasın diye. Sonra gece o sancılar da olunca tamam dedim, oğlumuz geliyor. 

Ev halkı masadayken ben lavaboya gittim birkaç kez. Vücudum kendi kendine lavman yapıyordu. 

Sonra Ahmet, hadi hastaneye gidelim dedi. Önceki doğumda kendisi evde olmadığı için müdahale edememişti. Bunda kesinlikle hastaneye gideceğiz diyordu. Ben de hemen gidilir mi öyle, sancılarım sıklaşsın dedim. Aslında sıktı ama ben pek umursamıyordum. Evde dolaşıyordum. Bu sırada herkese birer görev verdim. Anne sen şu dualar oku, Mustafa sen bunu oku, Ahmet sen de bunları diye. Sonuçta işin manevi boyutu çok önemli. Doğumu kolaylaştıran şeylerden biri de buydu: Bol dua... Bu sırada benden dua isteyen herkese de ettim duamı. İnsanlar sancıların arasında onu mu düşünüyorsun diyor ama gerçekten de nasibi olan herkes aklıma geldi, gelmez dediğim kişiler bile. 

Bu sırada saat iki buçuğu geçmişti. Ben artık gezecek durumda değildim. Yatak odasındaydım. Yatağın aşağısına bir yastık koyup diz çöktüm, sancılar arasında tıpkı ilk doğumumdaki gibi fena halde uyku bastırıyordu. Ben bu sırada dualar okuyordum, seni yaratanla böyle bir anda bağ kurmak inanılmaz bir duygu. Kendini bulunduğun yerden soyutlanmış hissediyorsun. Bambaşka bir alemdesin. Annem de sırtıma, belime masajlar yapıyor, dualar okuyordu. Ahmet arada kapıdan bakıyor, geri gidiyordu. Daha doğrusu gidiyormuş, ben hiç fark etmedim. Sonradan sen orda bir doğurdun, ben dokuz diyecekti. Ben de iyi ki doğumum çok uzun sürmedi diyecektim :)

Evet sancılarım sıklaşmıştı, Ayşe Ece'de sancılarımın sıklığını falan hep not etmiştim. Bunda her şeyi kendi akışına bıraktım. Kendi kendime sürekli kendimi, kaslarımı serbest bırakmam gerektiğini söylüyordum. Oğlumun hareket ettiğini, gelmeye çabaladığını hissedebiliyordum. Sonra ıkınma hissi geldi. Çok yavaş, kendimi çok sıkmadan ıkınmaya başladım. İlk önce suyum geldi. Ayşe Ece'de bu aşamaya gelmem iki saatten fazla sürmüştü. Bunda bu kadar kısa sürünce annem bile bebek geliyor mu dedi. Ben de sanırım dedim, çünkü öyle hissediyordum. Çok sürmeden daha büyük bir baskı hissedince elimi aşağı götürdüm ve oğlumun kafasına dokundum. Yumuşacıktı. Küçük bir ıkınmadan sonra kafası çıktı. Sonra annem de kafası çıktı, haydi bir daha ıkın dedi ve ben yine gülerek, büyük bir mutlulukla bir kez daha ıkındım, hani şu hep dua edenlerin Allah bir avazda kurtarsın dedikleri avaz var ya, işte bu o avazdı sanırım :) Bağırmasam da güçlü bir inleme eşliğinde ıkındım ve oğlum, bir balık gibi kayarak bu dünyaya geldi, yere yumuşak bir inişle. Hemen kucağıma aldım, durmadan şükürler olsun diyerek, gülerek. Kısa bir süre ağladı. Sonra kucağımda sustu, bir eliyle de tişörtümün yakasına yapışmıştı. Hemen oradaki bir örtüye sardık. Bu sırada Ahmet ve kardeşim gelmişti, kardeşim doğum fotoğrafçısı olarak yeğeninin ilk fotoğraflarını çekti kucağımda :) Ahmet'e havlu getirmesini söyledik, birkaç başarısız denemeden sonra doğru havluyu getirdi :) Sıra göbek bağını kesmeye gelmişti, önceden hazırladığımız (evet, evde doğum yapmaya kararlıydım yine) makas ve ipi getirdi annem. Yine ben kestim göbek bağını ve yine ben bağladım. Oğlumuzu güzelce sarıp sarmaladıktan sonra sıra bebeği besleyen plesantayı, yani eşi doğurmaya gelmişti. Birkaç ıkınmadan sonra o da doğdu, tıpkı bir kalbe benziyordu, üstünde damarlarıyla. 

Ben hemen duşa girdim, temizlenip gelince oğlumu kucağıma aldım. Göğsüme koyunca kendiliğinden memeyi buldu ve sütüm hemen geldi. Bunu hep söylerlerdi ama kendim yaşayınca mucize gibi geldi. Ve oğlum iki memeyi de yaklaşık birer saat emdi. Sonra da tatlı bir uykuya daldı. 

Kızımda acemilikten bu emzirme kısmında hatalar yapmıştım. Doğumdan hemen sonra bir kere göğsüme koymayı denemiş, hemen almayınca vazgeçmiştim. Sonra da hemen hastaneye gitmiştik ve işlemler, şu bu derken kızım dört saat sonra emebilmişti. Bu da sonradan tam olarak sarılık olmasa da buna benzer bir durum yaşamasına neden olmuştu. En azından nedeninin bu olduğunu düşünüyorum ben. 

Emzirmeden sonra oğlum uyurken ben de uyuyayım desem de ilk doğumumdaki gibi gözüme bir damla uyku girmedi. Oğlumu seyrettim ben de, onun sık sık nefes alıp vermesini, arada gülümsemesini... Sonra annemle sohbet ettik. Ahmet'i uyumaya ikna etmiştim, biraz dinlensin diye. Bu sırada saat altıya geliyordu. Yeni güne evde yeni bir nefesle merhaba diyorduk. 

Sabah sekiz buçuğu geçince doktorumuzu arayıp randevu aldık. O da on bir buçukta orada olmamızı söyledi. Hastanedeki muayenemde durumumun iyi olduğunu, sadece bir yırtığım olduğunu, onun da aradan zaman geçtiği için dikilemeyeceğini, kendi kendine kaynamasını bekleyeceğimizi söyledi. 

Ama hastanede yatmaktan kurtulamadım yine de. Bana evde doğum yaptığım için ortam şartlarına güvenilemeyeceğinden (ki bence ev ortamı hastaneden çok daha temiz ve güvenli) sekizer saat arayla üç doz antibiyotik verildi serumla, oğlumuzun kontrolleri ve ilk aşısı yapıldı; ertesi gün de öğlene doğru hastaneden çıktık. Bu arada kilosu 3.680 kg, boyu 50 cm'miş bizim küçük adamın.

Sonuçta bu ilkine göre çok daha içime sinen, daha az keşkesiz (hatta neredeyse hiç), daha kolay, daha hızlı ve kendimi daha rahat hissettiğim bir doğum oldu. Dikiş olmadığı için sonrasında da çok rahat(t)ım. Bu doğumda da toplamda 11'e yakın kilo almıştım ve doğumun onuncu gününde kilolarımın hepsi gitmişti.

Bugün Ömer Tuna 12 günlük oldu ve ben onu her geçen gün daha çok seviyorum. 

Aslında daha yazmak istediğim bir sürü şey var doğum süreciyle ilgili ama ilerleyen günlerde, fırsat buldukça yazmayı umuyorum. 

Ve kapanışları beceremeyen biri olarak iyi dileklerimle bitiriyorum, Allah isteyen herkese bu güzel duyguları tattırsın ve herkese en az benimki kadar güzel bir doğum yaşatsın. Amin :)


22 Nisan 2016 Cuma

Bunu Sevdim: Mom's Green Ürünleri

Ne zamandır yazmayı planladığım yazılar arasındaydı bu. Ama önce yeterince zaman geçmesini bekledim, gerçekten sevdim diyebilmek için.

Öncelikle bunun reklam falan olmadığını söyleyeyim. Sadece işini iyi yapan başarılı bu anneyi ve markasını siz de tanıyın istedim. Şuradan Işıl Hanım'la ilgili bilgilere ulaşabilirsiniz. Ayrıca kendisinin blogundan son derece işime yarayacak şeyler öğrendiğimi de ekleyeyim.

Kullanıp memnun kaldığım ürünleri şunlar:

* Bitkisel bulaşık makinesi jel temizleyici
*Organik portakallı bulaşık temizleyici
*Organik portakallı mutfak temizleyici sprey/yağ çözücü
*Bitkisel çamaşır suyu/leke çıkarıcı
*Organik lavantalı çok amaçlı yüzey temizleyici
*Organik portakallı banyo/wc temizleyici
*Organik lavantalı sıvı sabun

Özellikle bulaşık makinesi temizleyicisinden çok memnunum, benden tavsiyeyle komşum ve onun kızı da kullanmaya başladılar. 

Gerçekten de temizlik yaparken içim artık daha rahat. Bitkisel temizlik ürünleri arayan varsa bu markaya bir şans verebilirler bence.


31 Ocak 2016 Pazar

İki Yaş Hediyesi Olarak Tuvalet Eğitimi

Anne-bebek konularında yazan bloglarda tuvalet eğitimiyle ilgili yazılar genelde yaz aylarında tavan yapar. Ben bir de kış ayında nasıl oluyor onu yazayım dedim :)

Şimdi şöyle oluyor... Demeyeceğim elbette. Yani yaz da olsa kış da olsa aynı şey sanırım, çevremden gördüğüm kadarıyla. Ayşe Ece'nin doğum günü 29 Ocak. Yazı beklesem iki buçuk yaşında olacaktı. Elbette iki buçuk yaşında olması sıkıntı değil ancak bezi bırakma sinyallerini veriyorken daha fazla beklemek istemedim ve kızıma iki yaş hediyesi olarak tuvalet eğitimi vereyim dedim. 

Sinyaller demiştim, neydi bunlar?

*Sabaha nadiren ıslak bezle uyanması.
*Gündüz uykularından her zaman kuru uyanması.
*Çiş ve kaka sayılarının azalması.
*Kakası geldiğinde bunu söylemesi. (Zaten doğduğundan beri tuvalet iletişimde olduğumuz için bezine nadiren yapıyordu.)
*Bezi ıslandığında rahatsız olup hemen belirtmesi. (Kumaş bez kullandığımız için bunu fark ediyordu.)
*Birisi tuvalete girdiğinde "Çiş yapıyor." demesi. Yani başka insanların tuvaletini kendisi gibi beze değil, buraya girip yaptıklarını fark etmesi.

Neler yaptık, sırayla anlatayım:

Dediğim gibi tuvalet iletişimi yaptığımız için zaten lazımlığa oturuyordu. Hatta yazın yaklaşık bir aylık dönemde neredeyse tamamen bezsiz gezdi. Geceler de dahil. Sonra ne oldu bilmiyorum lazımlıktan korktu. İki aydan fazla bir süre boyunca lazımlığı gördüğünde bile ağladı. Çok zorlamadım. Yeni bir lazımlık aldık, koltuk tarzı olandan. (Önceki buydu.)
                        Dede Mickey Mouse Lazımlık 25491610 - fotoğraf 1

İlk başta gerçek amacıyla olmasa da hoşuna gitti, epey oynadı. Bir süre evin baş köşesinde durdu lazımlık efendi, Ayşe Ece kıyafetleriyle olsa da gitti oturdu, oyuncaklarını oturtup çişlerini yaptırdı. Sonra her gün şarkılarla türkülerle bezini çıkarıp lazımlığa oturttum, çişini yapmasa da en azından ağlamıyordu artık. Bu bile büyük bir şeydi benim için.


Sonra doğum gününe yaklaşık iki hafta kala kesin karar aldım, tuvalet eğitimi için. Daha önce çevremden duyduklarım, okuduklarım derken, kafamda az çok bir plan oluştu.

Öncelikle bezi kesinlikle çıkarmak gerekiyordu. Çünkü çocuk altında kumaş bez de olsa çişini oraya yapması gerektiğini düşünüp yapıyor ve sizin değiştirmenizi bekliyordu. O yüzden bezi çıkarttım. İlk üç gün bütün çişler üste başa. Neyse ki halı, koltuk gibi yerlere yapmadı :) Kıyafetleri ilk kez ıslanınca, çişi sıcak sıcak bacaklarına değince epey bir şaşırdı. Sonrakilerde ağlamaklı oldu. Her defasında sakin bir şekilde "Tamam, üstünü değiştirelim, ama bir dahaki sefere çişin geldiğinde bana çişim geldi de, ben de seni buraya oturtayım." dedim. "O zaman üstün kirlenmez." dedim. Bunu anlamış gibi görünüyordu ama biraz yanlış anlamıştı :) Çişini yaptıktan hemen sonra, "Anne çişim geldi." diyordu. Sonra yıkayıp kaloriferin üstünde kuruttuğum çamaşırlarını gösterip "Ee oldu, ıslandı." diyordu. Ben de "Bak, eğer lazımlığa yaparsan kıyafetlerin ıslanmaz." diyordum. Ne kadar doğru bilmiyorum ama burada bir püf noktası vermek isterim: Çok sevdiği kıyafetleri varsa onları giydirin. Ayşe Ece'nin, üstünde tavşanlar olan bir taytı vardı. Onu ıslattığında "Aa, tavşanlar ee oldu." diyordu. Böyle böyle artık lazımlığa yapmasının kendisi için daha iyi olduğunu anladı sanırım.

Bir diğer nokta da kıyafetler. Ona yazın aldığımız, fırfırlı, kelebekli, çiçekli külotları gösterip "Bak bunları aldım, artık bez takmayacağım sana, bunları giyeceksin bizim gibi." dedim. Çok hoşuna gitti, sürekli "Anne de kılot giyiyo, baba da giyiyo, Ece de kılot giyiyo." diye gezdi evde. Altını ıslatması durumunda daha fazla kıyafet çıkmasın diye çıtçıtlı bluzlardan vazgeçtik. Atlet, külot, üste uzun kollu bir bluz ve altta da tayt, pijama giydirdim bir süre.

Üçüncü günden sonra artık lazımlığa oturmaya başladı, yine altını ıslatıyordu ama ilk üç günkü kadar değildi. Bu arada yapmamamız gereken bir şey yaptık ve gezmeye gittik, burada da yine kazalar oldu.

Sonra doğum gününe iki gün kala hiç fire vermedi, üstelik dışarı çıkıp iki saat kadar kalmamıza rağmen. Artık çişi ya da kakası geldiğinde bana ya da babasına haber veriyor. Bezden tamamen kurtuldu ve sanırım böylesi onun için daha rahat. Bugün firesiz geçen beşinci günümüz. Bundan sonra geriye dönüşler olmaz umarım.

Naçizane verebileceğim tavsiyeler:
*Çocuğunuzu gözlemleyin, eğer yukarıda bahsettiğim sinyalleri veriyorsa ona bir şans verin. Bu belki de bir buçuk yaşında olacaktır.
*Mevsimin kış olması sizi korkutmasın, evinizin ısınmasıyla ilgili bir sıkıntı yoksa her zaman eğitime başlayabilirsiniz.
*Çocuğunuz tuvaletinin geldiğini tam olarak söyleyene kadar dışarı çıkmamaya özen gösterin.
*Çıkarsanız da yanınıza bolca kıyafet alın.
*Çocuğunuz hastaysa ya da kabızlık sorunu yaşıyorsa eğitime başlamayın. Kakasını yaparken canı yanacağı için tuvaletini yapacağı her seferde bunu yaşayacağını düşünebilir.
*Tabii ki sabırlı olun, altını ıslattığında sakın kızmayın. Her defasında anlayabileceği bir şekilde eğer lazımlığa oturursa kıyafetlerinin ıslanmayacağını anlatın.
*Kesin karar aldıysanız beze kesinlikle geri dönmeyin. Bu kafasını karıştıracaktır. Net olun.
*Tuvaletinizi yaparken çişiniz geldiği için buraya geldiğinizi söyleyin. Çocukları birbirleriyle karşılaştırmak hiçbir zaman yaptığım bir şey değil ve sevmiyorum da. Ama sevdiği bir arkadaşı ya da tanıdığınız varsa, "O da bez takmıyor, buraya yapıyor." diyerek cesaretlendirebilirsiniz.

Biraz uzun oldu ama umarım eğitime başlayacak anne-babalar için faydalı bir yazı olmuştur. Sormak istediğiniz, atladığım bir nokta varsa buraya ekleyebilirim.

Eğitime başlamak isteyen herkese kolaylıklar diliyorum.

14 Ocak 2016 Perşembe

Bunu Sevdim: Ecover Bulaşık Makinesi Tableti





Deneyip beğendiğim ürünleri "Bunu Sevdim" başlığında paylaşıyorum ara sıra. Ecover de bunlardan biri. Benim bitkisel içerikli temizleyiciler arayışımda rastladığım ve denemek için aldığım bir üründü Ecover bulaşık tabletleri. Gayet memnun kaldım, bunun dışında kullanıp memnun kaldığım birkaç temizlik ürünü daha var, onları da başka yazılarda paylaşırım artık.

13 Ocak 2016 Çarşamba

İçinden Müzik Geçen Kitaplar: Haruki Murakami - 1Q84

(Yaklaşık bir yıl önce başladığım ve taslak halinde duran yazımı yayınlayayım dedim.)

Hani bazen bir kitap okursunuz ve içinden şarkılar geçer. O şarkı bazen kitabın kahramanlarından birinin en sevdiği şarkıdır, bazen bir sahne anlatılırken ortamı daha iyi yansıtmak için kullanılır vs.

Sizi bilmem ama ben ne zaman böyle bir şarkıya denk gelsem (eğer bilmediğim bir şarkıysa) hemen onu dinleme ihtiyacı hissederim. Onu dinleyince anlatılanları daha iyi bir yaşarım, oradaki genç adamın neşesini ben de hissederim, o genç kadın şarkıyı dinleyip dinleyip ağlarken benim de gözlerim dolar.

                                      

İşte Haruki Murakami'nin 1Q84 kitabını okurken de bunun gibi birkaç şarkı vardı. Onları paylaşmak istedim bugün sizlerle:

*Janacek'in Sinfonietta'sı: https://www.youtube.com/watch?v=gbncXDimwbQ

*Michael Jackson, Billie Jean: https://www.youtube.com/watch?v=Zi_XLOBDo_Y

*Bach, The Well-Tempered Clavier: https://www.youtube.com/watch?v=HlXDJhLeShg

*Louis Armstrong and All Stars, Atlanta Blues: https://www.youtube.com/watch?v=Z38o98t4VJo

*Vivaldi, Concerto for Woodwinds: https://www.youtube.com/watch?v=-1Bk4Jiu-PQ

*Nat King Cole, It's Only a Paper Moon: https://www.youtube.com/watch?v=KHrSX1xX2oY

*Louis Armstrong, Chantez les Bas: https://www.youtube.com/watch?v=X3XzXa0gzAc

*Rolling Stones, Little Red Rooster: https://www.youtube.com/watch?v=Nw64KvJXiPk



Bu sene buraya daha sık yazmak istiyorum ama çevirisine yeni başladığım kitap tabiri caizse "baba" kitaplardan ve beni epey uğraştırıyor. Gözümü üstünden ayırdığım beş saniye içinde oradan oraya ışınlanma ve kendini bir şekilde tehlikeli durumların içine sokma becerisine sahip Ayşe Ece'yi saymıyorum bile. İşte bu ahval ve şerait içinde ancak küçük kaçamaklar yaparak buraya geliyorum. Daha sık görüşmek dileğiyle... 

Bir de kitap okuyun kitap. Artık bırakmış olsam da, emzirirken okuyup bitirdiğim bir sürü kitap olduğunu söylemiş miydim? 

1 Ocak 2016 Cuma

Yeni Yıl Dedikleri

Çevirilerine ne zaman başladığımı hatırlayamadığım ama artık evden biri gibi olan iki kitabın çevirisi (daha doğrusu düzeltmeleri) az önce nihayet bitti. Artık yeni yıla girebilirim :) 

Geçen yılın son günlerinde bir yazı yazmıştım, yeni yılda neler yapmak istiyorum diye. Şimdi bir bakayım, bunlardan neleri gerçekleştirebilmişim:


                                                                     ***

* Daha fazla kitap, mümkünse en az 40 tane kitap okumak. Kırk tane olmasa da otuz kadar okudum sanırım.

*Ayda en az bir kez sinemaya ya da tiyatroya gitmek (Bu yıl Ayşe Ece küçük olduğu için bunları hiç yapamadık. ) Tiyatroya hiç gidemedik maalesef, saatleri ve günleri uymadı. Ama annemin bizde kaldığı zamanlarda sinemaya ayda bir olmasa da en azından istediğimiz filmler geldiğinde gidebildik. Neyse ki sayıları azdı :)

*Arada sırada yakın yerlere ailecek gezi düzenlemek. Bunu pek yapamadık sanırım. Bu seneden umutluyum :)

*Bunu şu anda da yapmaya çalışıyorum ama kozmetik, deterjan, katkılı gıdalar gibi şeylerde tüketimi en aza indirmek. Bu konuda oldukça başarılıydım, tebrik etmek istiyorum kendimi :)

*Beğendiğim birkaç yayınevinden biri için çeviri yapmak. Bunu da gerçekleştirdim sayılır, yukarıda da bahsettiğim gibi iki kitap için son düzeltmeleri yaptım. Birkaç ay içinde raflarda olur sanırım.

*Buraya en az haftada bir yeni yazı yazmak. Bunu hiç yapamadım, bırakın haftada biri ayda bir bile yazı yazmamışım :( Bu sene daha çok zaman ayırmak istiyorum buraya.

*Bilgisayardaki çekip çekip attığımız fotoğrafları bir düzene koyup güzel olanları tab ettirmek (tab ettirmek hala kullanılıyor mu ya bu arada:) Bunu da yapamadım maalesef. Bunun için epey boş vaktim olması gerekiyor.

*Evdeki eşyaları ve giysileri azaltmak. Bu konuda da başarılıydım bence. Epey kıyafet ve eşya azalttım.

*Dikiştir, nakıştır, örgüdür; bunlara geri dönmek. Bu konuda verimli bir yıl geçirdim bence, hepsinden de bir şeyler yaptım.

*Yeni bir dil öğrenmek ya da unutmaya yüz tuttuğum Fransızcamı ilerletmek. Bu konuda tek bir çalışmam bile olmadı maalesef.

*Kafamdaki yeni iş projeleri için araştırma yapmak. Bunda epey ilerleme kaydettim bence, ciddi ciddi. Geçtiğimiz sene altyapı çalışması, araştırma yaptım. Bu sene somut adımlar atarım inşallah.

*Uzun zamandır (üniversiteden mezun olduğumuzdan beri) yüz yüze görüşemediğim bir arkadaşım var, onunla görüşmek. Bu hala olmadı ya, çok özledim arkadaşımı.

*En azından iki haftada bir yeni bir tarif denemek. Pek yapamadım bunu da.

*Bugünün işini yarına bırakmamak. Bu konuda başarılıydım bence. 

*Yukarıdaki maddeyle bağlantılı olarak, ütülenecekleri -şu an olduğu gibi- biriktirmemek. Zorunlu olan iki sefer dışında hiç ütü biriktirmedim. İki parça bile olsa ütüledim. 

İşte böyle, listemi yarı yarıya da olsa gerçekleştirmişim ama bana göre önem derecesi daha yüksek olanlarda daha başarılı olduğum için kendimi iyi bir yıl geçirmiş olarak görüyorum.

Bu sene de listemin geri kalan maddelerini gerçekleştirmeyi diliyorum.

Bir de kitap sayısını yine 40 olarak belirledim. Ve bu yazıyı yazdıktan hemen sonra senenin ilk kitabına başlıyorum: Trendeki Kız.

Herkese sağlık, mutluluk, başarı bir yıl diliyorum son olarak.