18 Temmuz 2014 Cuma

Bunu Evde Deneyin: Bebelere Saç Bandı

Kız çocukları olan anneler bebeklerini hep cici cici giydirmek isterler, böyle pembe pembe falan. Benim o konuda takıntılarım yok; her renk giydiriyorum, hatta erkek reyonundan kıyafetler aldığım da çok oluyor ama böyle şeylerle uğraşmayı da seviyorum. Gerçi benimki de fotoğraf çekimleri için. Her ay kızımın fotoğraflarını çekiyorum, hatıra kalsın diye. İşte bu da dört ay çekimleri için yaptığım bant. 

Biraz el beceriniz varsa kolaylıkla yapabileceğiniz bir şey. 

Öncelikle bebemizin baş çevresini ölçüyoruz; ondan sonra bu lastikli dantellerden baş ölçüsü kadarını kesiyoruz, kestiğimiz dantel bebenin başını ne sıkacak kadar kısa, ne de başından sıyrılıp düşecek kadar uzun olacak. Dantelin iki ucunu birbirine dikerek tutturuyoruz. Daha sonra üst kısmına istediğimiz figürleri dikiyoruz, ister keçeden, isterse kumaştan vs. İşte bu kadar basit. 

Ben ilk başta bir kuş ve etrafına yapraklar yapmaya karar verdim, sonra ilk fotoğraftakileri kesip hazırladım. Ancak daha sonra turuncuyu koymamaya karar verip pastel renkleri seçtim ve sonuçta böyle bir şey ortaya çıktı.









17 Temmuz 2014 Perşembe

Bunu Sevdim: Klar



Bir Bunu Sevdim yazısıyla daha sizlerleyim sevgili okuyucular. Bugün size kızımın çamaşırlarını yıkamak için alıp beğendiğim Klar'dan bahsedeceğim.


                        

İlk kez bebeğiniz olacaksa her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünüyorsunuz, öyle mi olsun, böyle mi olsun, doğal mı, organik mi, bebeğe zararlı mı, rahat ettirir mi vs.  vs. Ben de Ayşe Ece'nin çamaşırlarını ilk kez yıkayıp ütülemeden önce epey bir araştırmıştım. Birkaç kişiye sordum, sabun tozu kullandıklarını söylediler ama çok da verim alamamışlardı. Sabun bazen çamaşırların üstünde kalıyordu ya da lekeler çıkmıyordu. 

Sonra Google Amca'da araştırırken Klar'a denk geldim. Birkaç yerde kullanıcı yorumlarını okuyunca denemekten zarar gelmez deyip sipariş verdim. İlk kez kullandığınızda tabii ki çamaşırlar yeni, lekesiz olunca anlamıyorsunuz işe yarayıp yaramadığını. Sonraki günlerde, kızımız aramıza katılıp o cici kıyafetlerini kaka lekeleriyle bir güzel şereflendirince farkı anladık. Lekeler çıkmıştı, Klar benden geçer puan almıştı, hatta kendi kıyafetlerimi de yıkamıştım, birinin önündeki böğürtlen ya da kırmızı dut lekesiydi hatırlamıyorum ama onu bile çıkarmıştı.

Gelelim ayrıntılara:

*Klar'ın en sevdiğim özelliği kokusuz olması, yani mesela bebeğiniz deterjan, yumuşatıcı vs. değil kendisi gibi, bebek gibi kokuyor.

*İçeriği doğal, bebeğinizin cildine zarar verecek maddeler yok. 

*Ben 1.1 kg'lık olandan almıştım, 5 ay boyunca kullandık ki ilk zamanlar neredeyse her gün makine çalışıyordu. Fiyatı 30 küsur lira ancak arada indirime girdiği de oluyor. 

*Temizlemesi iyi ama lekelenen çamaşırı hemen yıkamayacaksanız yine aynı markanın leke çıkarıcı sabunuyla elde bir-iki kere çitileyip makineye atarsanız daha iyi sonuç alıyorsunuz. Bu sabun da 5-6 liraydı. 

*Son olarak da eğer suyunuz çok çok sert değilse çamaşırlarda yumuşatıcı falan kullanmanıza gerek kalmıyor. 

Hep bebek bebek dedim ama tabii ki kendiniz için de kullanabilirsiniz. Buradan da her şeyin iyisini önce çocuğum kullansın, onun işi görülsün de bizimki olmasa da olur diyen anneler kervanına katıldığımı görebilirsiniz :)

6 Temmuz 2014 Pazar

Bunu Evde Deneyin: Gelin Buketi

Malum, düğün sezonu açılıyor. Siz de bu yaz dünya evine gireceklerden biri olabilirsiniz ya da çevrenizde vardır böyle bir yakınınız. İşte sizin ve o yakınınız için hazırladım bu yazıyı.

Bu yaklaşık üç yıl önce kendi düğünüm için yaptığım buket:




Aşağıda da görümcem için hazırladığım gelin buketi var. (Bu arada bu görümce, elti gibi sözcükler de oldum olası itici gelmiştir.) 

Büyük çiçekler Madame Coco'dan, küçük güller English Home'dan, diğer lavantalar ise aradaki bir dükkandan alındı. Kısaca şöyle yaptım:

* Seçtiğim çiçekleri aşağı yukarı aynı boya getirmek için uçlarını penseyle kısalttım.
* Ardından buketi kınnap ipiyle sıkıca sardım ve silikon tabancasıyla ucunu sabitledim.
* İpin üzerine evde taaa benim (hiç kullanmadığım) gelin kesesinin üstündeki güpürleri çıkarıp yapıştırdım, sonra da incileri aralara yerleştirdim. Burası sizin hayal gücünüze kalmış. Süslemesini istediğiniz gibi yapabilirsiniz. Sade de bırakabilirsiniz.
* Son olarak da enli bir kurdeleyle üst kısma bir fiyonk attım. Böylece şirin bir buketimiz oldu.











Tüm gelin adaylarının hayallerindeki gibi bir gelinlik giymesi dileğiyle yazımı sonlandırıyorum. Esen kalın efendim :)




5 Temmuz 2014 Cumartesi

Bunu Sevmedim: Mel by Melissa Macadamia

                   


Geçenlerde fotoğrafta görmüş olduğunuz ayakkabıları sipariş verdim Zizigo'dan. Epeydir denemek istiyordum bunları. Her ne kadar hakkında epey olumlu şeyler duysam da insan kendi denemeden bilemiyor. 

Neyse efendim, ayakkabılar geldi, mis gibi de kokuyorlar. Denedim, numarası tam oldu. Buraya kadar her şey güzel. Akşam Ahmet (kendisi eşim olur) gelince ilk önce güzel olmuş falan dedi. Benim, "Nasıl olmuş? Sence güzel mi? Çok mu kötü görünüyor? Ayağımı çok mu çirkin gösterdi? Çok mu basit duruyor? Nasıl? Nasıl?" gibi milyon tane sorumdan sonra da şakayla karışık "Ankara lastiği gibi bir şey işte" yorumunu yaptı. O zaman uyanmam gerekirdi belki ama vazgeçmedim. Hem bir sürü şeyle birlikte giyebilecektim bunları. 

İki gün evde ara sıra giyip denemeler yaptım. Ayaklarım birazcık terler gibi oldu ama büyük bir sıkıntı yoktu. Derken hafta sonu oldu, AVM'ye gittik, yaklaşık üç saat gezdik. Gün sonunda maalesef ayaklarım terden ölmüş, birkaç yerden de su toplamıştı. 

Eve gelince kargomu hazırladım, ayakkabıları Zizigo'ya gönderdim. Neyse ki, kendileri hiç sorun çıkarmadan paramı iade ettiler. Bu arada Zizigo'dan pek çok kez alışveriş yaptım, bu ilk iademdi. Diğerlerinden gayet memnun kalmıştım.

İşte böyle, lastik ayakkabılarla maceram bu kadar kısa sürdü. Tabii siz yine de deneyebilirsiniz. Herkes farklı sonuçta. Belki diğer modellerinden memnun kalırsınız.

Benim son sözüm, üzgünüm Melissa, bizimle deyılsın :(

4 Temmuz 2014 Cuma

Bir İş Bir de Eş

Geçen gün annem ve kardeşimle aramızda şu konuşma geçti:

Kardeşim: (Babamı -biraz da dalgayla- taklit ederek) İşte ... bölümünü okusaydın şimdi ne güzel paralar kazanıyordun. Adamlar tüm gün yan gelip yatıyor, bir sürü para kazanıyor.

Annem: Adam da sizin iyiliğiniz için söylüyordu herhalde.

Ben: (Adeta bir filozof edasıyla) Aman anne, hayatta her şey para değil ki. Önemli olan huzurun. İnsan ne olursa olsun sevdiği işi yapmalı. Az da kazansan, eğer mutluysan, hiç sorun yok. Bir de ne demişler: İnsan bir işini, bir de eşini iyi seçecek şu hayatta.

K: (Omzuma ufak bir yumruk atarak) Heeyt be koçum! İyi dedin. Ben Twitter'a yazayım bunu.

A: Sen iyi seçtin mi bari ikisini de?

B: İşimden memnunum. Eşimden de şimdilik memnunum bakalım, bir sorun yok.

İşte böyleydi. Her ne kadar babam böyle söylese de biz üç kardeşe seçeceğimiz meslek konusunda baskı yapmadı. Annem zaten her zaman ne istiyorsanız onu olun derdi, sağ olsun. Yukarıda bahsi geçen kardeşim bu sene basketbol antrenörlüğünü bitirdi. Hep sevdiği şeydi spor, voleybol oynadı, basketbol oynadı. Sonra da antrenörlük istedi, o bölüme gitti. Okurken bir yandan sertifikalar alıp minik sporcular yetiştirdi. Şimdi de inşallah güzel bir yerde antrenörlüğe başlayacak. Diğeri ise iktisat istedi, onu okuyor. 

Ben de liseye başladığım zamandan beri yabancı dile ilgim olduğundan çevirmenlik yapmak istiyordum. Tam bir kitap kurdu olduğumdan yabancı kitapları okurken önce iç kapaktaki çevirmen ismine bakardım. İmrenirdim. Hem, tam bana göreydi. Kitapları okumuş oluyordun çevirirken; bir sürü yeni sözcük, ifade, kültürel unsur öğreniyordun. Hem kendi dilinde, hem yabancı dilde. Benim için harikaydı.
working from home
Evet, evden çalışırken düzen, disiplin falan önemli şeyler. 

O yüzden tercih yaparken hiç düşünmedim. Sadece üç tercih yapıp ilk tercihime yerleştim. Çok severek okudum okulumu. Bir daha dünyaya gelsem yine aynı mesleği seçerdim herhalde. Ya da en azından tercihlerim arasında yine üst sıralarda yer alırdı çevirmenlik.

Evet, zorlukları var tabii ki. Örneğin şu an, bir kitabın son kontrollerini yaparken beynim hafiften sulanmış kıvamda. Biraz da sırt ağrısı var. Ama o çeviri bitip de kitapçılarda kitabı görüyorum ya, her şey bitiyor. Tüm sıkıntılar unutuluyor. Hafiften egom okşanıyor. Güzel bir duygu işte. Hani kendi çocuğun güzel bir şey yapar da gurur duyarsın ya, öyle bir şey.

Ne diyordum ilk başta, insan gerçekten de sevdiği işi yapmalı. Kimi insan daha şanslı bu konuda evet, kabul ediyorum. Onu destekleyen bir çevresi oluyor. Maddi imkanları yerinde oluyor vs. Ancak fazlasında gözünüz yoksa, yine hayallerinizin peşinden gidebilirsiniz. Örneğin ben... Evet, belki maddi anlamda emeğimin tam karşılığını alamıyorum. Ama en azından işin başına her oturduğumda "Lanet olsun, başlarım işine de şimdi. Ne işim var da ben bununla uğraşıyorum." gibi şeyler söylemiyorum. Üzülmüyorum. İşim gereği gereksiz kimselerle muhatap olmuyorum. Tek başınayım. Çoğu zaman iş yaptığım kişilerle telefonda bile görüşmüyorum. Her şey e-postalarla halloluyor. Bana çemkiren bir amirim, çekememezlik yapan meslektaşlarım, işe geç kaldım, bugün ne giydim, çocuğuma kim bakacak vs. gibi dertlerim yok. 

Home Office
İş yaptığım kişilerle konuşurken ben. Konuşma tarzım sol taraf, üst-baş sağ taraf.

Konu biraz dallanıp budaklanacak gibi. Sanırım son günlerde bu konuda çok söz duyduğumdan yazma ihtiyacı hissettim. Hala memlekete geldiğimde yaşlı teyzelerin, amcaların şu tarz sözlerine maruz kalıyorum:

"Ee, okulu bitirdin, ne iş yapıyorsun şimdi?"
"Çevirmenlik yapıyorum."
"Nerede çalışıyorsun?"
"Evde çalışıyorum; kitap, makale vs. çevirisi yapıyorum."
"Bak işte artık üniversite okusan da bir işe yaramıyor, öyle evde oturuyorsun." / "Hııı, o sayılmaz canım. Evde çalışmak mı olurmuş?"/ "KPSS'ye girmedin mi sen?" / "Öğretmenlik yapsana." (Akıl da veriyorlar, sağ olsunlar.) / "Ama öyle olmaz, öğretmenlik iyi iyi, yarım gün hem." / "Çocuğa da kayınvaliden bakar ya da bakıcı tutarsın." / "Memurluk iyi, sen yine çalış da gir sınavlara."

Şimdi bunlara anlatamıyorsun ki, ben bir kere eğitim fakültesi mezunu değilim. Öğretmen olabilmek için formasyon almam lazım. Diyelim ki bir sene gittim, üstüne para da verdim, formasyon aldım. Öğretmen oldum. Sonra KPSS'ye hazırlandım. Sonra sınavdan diyelim ki iyi puan aldım. Tercih yaptım. Yaşadığım şehre atanabileceğimin garantisi yok. Diyelim atandım. Sor bana bir, ben bu işi yapabilir miyim? Teknik olarak evet, şu durumda bile gidip öğretmenlik yapacak donanımım var çok şükür. Ama ben bu işi yapmak istemiyorum, bu kadar basit. Hem, öğretmenlik öyle pek çoklarının sandığı gibi kolay bir iş değil. Hem fiziksel hem zihinsel anlamda insanı yoran bir iş. Bunu bir sürü arkadaşı öğretmen olan biri olarak söylüyorum. 

Ayrıca bir de çocuk meselesi var, ben çocuğumu kendim büyütmek istiyorum. Bu dönemde çalışan biri için büyük lüks bu. Ben de buna sahibim, daha ne isterim? Benden iki gün önce doğum yapan ve bu sene eğitim öğretim yılına başlarken bebeğini bakıcıya verecek bir arkadaşım var mesela. Hem çocuğundan ayrı kalacağı hem de üstüne para vereceği için sıkıntıda. Bana özendiğini söyler hep. 

Ama yok ben öğretmen olursam çok iyi olurmuşmuş, hem de yarım günmüşmüş. Hem de ohh ne rahat meslekmişmiş. 

Uzun yazdım belki ama burayı bir nevi iç dökme yeri olarak görüyorum sanırım. O yüzden yazdım bunları. Bir de olur da bir gün çevirmenlik mesleğini seçmek isteyen birisi burayı okursa az çok nasıl bir şey olduğunu görsün diye...

Okuduğunuz için teşekkürler :)

İmza: Yorgun ama Mutlu Çevirmen