20 Ağustos 2014 Çarşamba

Anne

Mother's Love
Del Parson'un "Mother's Love" (Annenin Sevgisi) adlı tablosu. 


Bugün annem, kızım ve ben hastanedeydik. Annemin ufak bir sorunu vardı, doktora göründü. Ben de genel bir kontrol için kan verdim. İşlerimizi hallettik, bizi gideceğimiz yere götürecek servisi bekliyoruz. Bu sırada karşımızda oturan genç bir kadın bana, "Siz de mi fizik tedaviye geldiniz?" diye sordu, bebeğimi işaret edip. Ben de, "Yok, annem için geldik." dedim. Sonra kadın yanındaki iki yaşlarında olan kızıyla ilgilendi biraz. Ardından telefonu çaldı, kulak vermemiştim konuşmasına. Birden gözleri doldu, göz göze geldik. Ağlamaya başladı. Ben zaten dayanamam, ağlayan kişiye; ister tanıdık, ister yabancı. "Ne oldu?" diye sordum. "Annem..." dedi.

Annesi beyin kanaması geçirmiş, birkaç gündür devlet hastanesindeymiş. Telefonla görüştüğü kişi sanırım kardeşiydi. O sırada nefes alıp verişinde sorun yaşandığı için yoğun bakıma alındığını söylemiş. Bunları gözyaşları içinde anlattı.

Sonra, "Anneler bir başka, annen yanında olduğu için o kadar şanslısın ki..." gibisinden bir şeyler söyledi. Gibisinden diyorum çünkü işin içinde anne geçince bende film koptu, anlayamadım bile kadının söylediklerini. "Kıymetini bil." dedi sanırım. Kıymetini bil. Bu cümle gün boyu zihnimde yankılanıp durdu.

İyi bir evlatsanız, bal kaymak bir ilişkiniz varsa ne güzel, çok şanslısınız.

Sözüm diğer kısıma. Lafı  uzatmadan söyleyip gideyim:

Sadece, eğer bir anneniz varsa ve hala hayattaysa, kıymetini bilin. Klişe belki ama acı gerçek: Yarın çok geç olabilir.

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Limonlu, Böğürtlenli, Haşhaşlı Kek

Bugün size harika bir kek tarifi vereceğim. Blog başlığında yer alan "pişirir" eyleminin hakkını vereyim biraz di mi ama :) Harika dedim ya abarttığımı düşünenler olabilir ama diyorum ki dört kişi bir oturuşta güzelce yemişiz, farkında bile değildik. O derece güzel yani...

Malzemelerimiz şunlar: (Bu arada bütün malzemeler oda sıcaklığında olursa kekinizin daha güzel olacağını bir kez daha hatırlatmak isterim.)

2 yumurta (orta boy)
1 su bardağından iki parmak eksik şeker
Yarım su bardağı yoğurt (kremayla da çok güzel oluyor, hatta daha güzel)
Yarım su bardağı sıvıyağ (ben bu denemede fındık yağı kullandım)
1 buçuk su bardağı un
1 tatlı kaşığı kabartma tozu
1 çimdik tuz
4 tatlı kaşığı haşhaş
1 limon kabuğunun rendesi (aslında burada miktar size kalmış, limon tadı baskın olsun isterseniz biraz daha abartabilirsiniz)
Yarım su bardağından biraz fazla böğürtlen (Bunun yerine ahududu, vişne vs. de kullanabilirsiniz)

Yapılışı:

1. Öncelikle fırını 180 dereceye ayarlıyoruz.
2. Kabımızı sıvıyağla yağlıyoruz. (Ben baton kek kalıbı kullandım.)
3. Bir kaba un, kabartma tozu, tuz ve haşhaşı alıp güzelce karıştırıyoruz.
4. Daha sonra yumurtaları çırpma kabına alıyoruz ve iyice köpürüp krema kıvamını alana kadar çırpıyoruz.
4. Şekeri ekleyip iki dakika kadar çırpmaya devam ediyoruz.
5. Yoğurt ve yağı ekleyip çırpıyoruz. (Evet, hala çırpıyoruz :)
6. Diğer kaba hazırladığımız kuru karışımı sıvı olanlara ekliyoruz.
7. Son olarak limon kabuğu rendesini ve böğürtlenleri de olaya dahil ediyoruz ama bu sefer çırpmıyoruz da bir kaşıkla güzelce karıştırıyoruz.
8. Karışımı yağladığımız kaba boşaltıyoruz, karıştırma kabında kalan hamura parmağımızı banıp tadına bakmayı ihmal etmiyoruz.
9. Kekimizi fırına atıyoruz ve zaman ayarını yapmayı unutmuyoruz (ya da saati not alıyoruz).
10. 30 dakika sonra dereceyi 140'a getiriyoruz. On dakika sonra da klasik kürdan testimizi yapıyoruz. Eğer içi pişmemişse aynı derecede bir süre daha pişirmeye devam ediyoruz. Bu arada dışı yanacak gibi duruyorsa derecenizi biraz daha düşürebilirsiniz. Fırınınızın pişirmesiyle alakalı biraz da.
Kekimizin profil fotoğrafı




Ben 30 dakika sonra kontrol ettiğimde içi tam pişmemişti, o yüzden dereceyi düşürüp on dakika daha pişirdim.

Keki fırından çıkardıktan sonra bir on dakika kadar bekletip kalıbından çıkarıyoruz. Yine (sabırlıysanız) bir on dakika daha bekleyip kesme işlemini yaparsanız dilimleriniz daha kolay kesilecektir.



Sonuçta dışı hafif kıtırımsı, içi yumuşacık bir kek elde ettim ben. Keki akşam yapmıştım, kalırsa fotoğraflarını sabah da çekerim, daha güzel olur diye düşündüm ama başta da dediğim gibi hepsi bitti gitti. (Reklamları izlediniz:)

Herkese afiyet olsun...

Kırık Kaseden Saksıya (Geri Dönüşümümsü)

Evdeki kırık çerez kasesini atmaya kıyamadım, sanki hayatına saksı olarak devam edebilirmiş gibi hissettim. O yüzden de şu haldeki kaseyi,



şu şekle dönüştürdüm.




Siz de kırılmasını beklemeden kavanoz, kase vs. eşyalarınızı bu desenli bantlarla dönüştürebilirsiniz. Yaşasın Derya Baykal ruhu :D



Bu arada bu desenli bantlar insanda bağımlılık yapıyor, her yeri bunlarla süslemek istiyorsunuz, söylemeden edemeyeceğim.


10 Ağustos 2014 Pazar

Taze Çıktı: Ölümün Gizli Yüzü, Chris Culver

Kısa bir reklam arası :)

Birkaç ay önce, bu sıralar çevirisini yaptığım bir kitap var demiştim. İşte o kitap yaklaşık bir hafta önce raflarda yerini aldı: Ölümün Gizli Yüzü, Chris Culver.

Polisiye sever bir okursanız beğeneceğinizi tahmin ediyorum. Ben çevirirken kitabın sonunu merakla beklemiştim ve son, beni epey şaşırtmıştı.

Kitap elime henüz ulaşmadı, bu fotoğrafı da Kitap Soluğu adlı blogdan aldım. 
                               

Reklamlar bitti, bol kitaplı günler :)

8 Ağustos 2014 Cuma

Çevirmenin Suçu Ne?

Temsili resmim

Hepimiz çeviri kitaplar okurken zaman zaman şöyle cümleler kurarız kendi kendimize:

"Bu isim bu kitaba ne alaka ya? Çevirmen nasıl bu ismi verir bu kitaba? Falanca isim bence daha güzel olurdu."

"Bu kadar da yazım hatası yapılmaz ki! Hiç beğenmedim bu çeviriyi."

"Ya kapaktaki kız sarışın, kitaptaki kız esmerdi. Çevirmen söylememiş mi acaba?"

"Bir sürü anlatım bozukluğu var. Çevirmenin aklı başka yerdeydi herhalde bunları çevirirken."

"Burada mantık hatası var; tamam kesin ya, bu çevirmen dalgın."

"Ne kadar çok ara cümle, ne kadar çok kesik çizgi var. Çevirmen becerememiş herhalde, bu yola başvurmuş."

"Ne kadar uzun cümleler ya, insan çevirirken şunları böler."

Ve daha buna benzer bir sürü eleştiride bulunabiliriz.

Şimdi çevirmenim diye bütün çevirmenleri savunacak halim yok, zaten her zaman çevirmen haklıdır diye bir şey de söz konusu olamaz. Burada anlatmaya çalışacağım, yukarıdakine benzer eleştirilerde suçun çevirmende olmadığıdır.

Örnekler üzerinden gidecek olursam: (Burada biraz da olsa yabancı dil bilgisine sahip olduğunuzu varsayıyorum. Zira yabancı dil bilmeden çeviri üzerinden eleştiri yapmak abes geliyor bana.)

* Kitapların üzerinde gördüğünüz, kimi zaman beğenmediğiniz, kimi zaman da cuk oturmuş dediğiniz isimler var ya, hah, işte onlara her zaman çevirmen karar ver(e)miyor. Bu konuda en son kararı genelde yayınevi veriyor, o da hangi ismin daha ilgi çekeceğini, daha çok satış getireceğini hesaplayarak bunu yapıyor. Yani çevirmen kitabın orijinaline sadık kalıp ismi bire bir çevirse de yayınevi bunu istediği gibi değiştirebiliyor. Bunun acı bir örneğini ben de yaşadım maalesef. Sırf daha çok ilgi çeksin diye kitapla neredeyse alakasız bir isim vermişlerdi. 

* Bazen belli etmesek de biz çevirmenler de insanız. Hata yapabiliyoruz. Evet, Word'de yazım hataları görünüyor; evet, -en azından ben- metni yayınevine teslim etmeden önce defalarca baştan sona okuyorum ama yine de gözden kaçırdığımız şeyler olabiliyor. Ancak burada suçu çevirmene atmak adaletsizlik olur. Çünkü bir editörün bu metni tekrar okuması gerek. Ama maalesef ülkemizde editörle -ya da adamakıllı bir editörle- çalışan yayınevi sayısı çok az. Pek çok kitap hiçbir kontrolden geçmeden baskıya veriliyor.

* Çevirmen söyler efendim, söyler de yayınevi bunu dinler mi? Pek çok kez yayınevi orijinal kapağı satın almak istemez, dışarıdan birine yeni bir kapak yaptırır ama buna da özenmeyebilir. Sonuçta ortaya kitabın ruhuyla alakasız bir kapak çıkar. Bunu da maalesef yaşadım. Kitabın birinde başkahraman kız mavi gözlü, kahkülleri olduğu ısrarla söylenen bir karakterdi ancak kapakta saçları beline kadar gelen, kahverengi gözlü bir kız vardı.

* Yukarıdaki yazım hatasında bahsettiğim şeyler burada da geçerli. 

*Mantık hatası olabilir, çevirmen bunu da fark etmiş olabilir ancak onun görevi bunları düzeltmek değil, çevirmek. Şöyle düşünün, Türkçe bir kitap okurken hiç mantık hatalarına denk gelmediniz mi? Geldiniz. Aynı şey yabancı kitaplarda olamaz mı? Olabilir. Bizde şöyle bir algı var, bir kitap yabancıysa kesin harikadır, mantık hataları olamaz, varsa da bu çevirmenin hatasıdır.

* Bu kesik çizgi de ara cümleler de, aynı şekilde devrik cümleler de, bir üslup meselesidir. Yazar öyle tercih ettiyse çevirmen olarak, "Ya ben bunları birleştireyim de uğraşmayayım şimdi bu çizgiydi, ara cümleydi." falan deme hakkınız yok. Mesela, Hemingway çeviriyorsanız onun az ama öz cümlelerini kısacık kısacık görüp birleştirmeye kalkarsanız yazara ihanet etmiş olursunuz.

* Yukarıda dediğim gibi yazarın üslubuna saygıdan uzun cümleleri bölme gibi bir lüksümüz yok. Bazen öyle bir cümle çeviriyorum ki sayfanın yarısını kaplıyor. Yazar da bilirdi tabii ki bunu bölmeyi ama böyle yazmışsa vardır bir bildiği, değil mi ama?

Bunlara ek olarak bir de çevirmen olarak yaptığınız güzel bir iş editör, kapağı hazırlayan grafiker vs. tarafından kötü bir hale getirilebilir. Örneğin, çevirdiğim bir kitapta doğru olduğundan adım gibi olduğum cümleler, ifadeler vs. bana danışılmadan başka şeylere çevrilmişti. Tabii ki baskıya gittikten sonra yapılacak bir şey yoktu. Bir daha da o yayıneviyle çalışmadım. Kapak tasarımına gelince, sizin özene bezene hazırladığınız kapak yazıları yazım ve imla kurallarından bihaber bir grafiker tarafından mahvedilebilir, ortaya da yazım hatalarıyla dolu bir kapak çıkabilir. Bir kitaba kafanızdan puan verirken ilk olarak, genellikle, kapağına baktığınızı var sayarsak bu çok acı bir şey. 

Kısacası çeviri kitaplarda bir sorun gördüğünüzde hemen çevirmene yüklenmeyin, bu dediklerimi de bir hatırlayın. Sevin çevirmenleri, cici onlar :)

Not: Burada bütün yazdıklarımın sonuna toptan bir "bence" koyuyorum.

Not 2: Bu da bir iç dökme yazısı oldu sanırım. 

7 Ağustos 2014 Perşembe

Aslında Her Şey Birer Oyuncak

Bebeklerin kendilerine alınan oyuncaklardan ziyade bunların dışındaki diğer her şeyle oynamaya meraklı oldukları herkesçe bilinen bir gerçek. Bizim kız da (kendisi 6 ayını yeni doldurdu) geleneği bozmayanlardan. Hoş, çok fazla oyuncağı yok, sadece hediye gelen oyun halısının oyuncakları ve onun dışında değişik sesler çıkaran ördek ve bir de kumaş kitabı var. Ama tabii ki sıkılıyor bunlardan da. Özellikle sevdiği şeylerden biri de sarkan şeyler, bu saç da olabilir, bir iplik de. Ben de buradan esinlenerek şöyle bir şey yaptım. Kalorifer peteğinin üst kısmındaki deliklerden kurdeleleri geçirdim ve bunlar epey hoşuna gitti. Kaloriferin önündeki minderler de onun oyun alanı olduğundan yeri de güzel oldu.





Bir de pet şişe hastası kızımız. Buna uygun olarak da ufak boy pet şişenin içine leblebileri koydum, hem hoşuna giden bir şey hem de salladıkça ses çıkarıyor. Bir taşla iki kuş :) Bu arada pet şişenin daha iyi günleri de olmuştu şüphesiz ama Ayşe Ece'den sonra bu hale geldi kendileri.