15 Aralık 2014 Pazartesi

Bir İhtimal Daha Var, O da Kabullenip Huzura Ermek mi Dersin?





Vakit yok, vakit yok, vakit yok. Daha yapılacak işler var, acele etmem lazım. O restorana mı gidelim, cık olmaz; şimdi hazırlan, kızı hazırla, git, gel, bir sürü zaman. Daha benim çevirim var, ütü var, ev desen leş gibi. Kendi kendine olmayacak ya bunlar, yine ben yapacağım. O zaman gitmeyelim, evde kalalım, sen çocuğa bak, ben de işlerimi yapayım. Kızım, biraz kendi kendine oyalansan, ben de işlerimi halletsem. Ne senle ilgilenebiliyorum ne işimi yapabiliyorum ne de ev işlerini. Kendine zaman ayırmak mı, o da neymiş? Saçımı tarayacak vaktim yok benim. Ne yapacağım ben? Kendimi mi klonlasam yoksa günü yirmi dört saatten daha uzun hale getirmeye mi çalışsam? 

Huzura ermeden önceki temsili ben
İşte kısa zaman önceki ben... Yaklaşık bir aydır kendimi yay gibi gergin hissediyordum. Hiçbir şeye yetişemiyorum, hayat akıp gidiyor ama ben olduğum yerde sayıyorum hissi kaplıyordu her yanımı. O kadar gergindim ki ki bir sürü uçuk çıkarıp durduk yere hasta olmuştum, sonuçta o kadar stres bir şekilde patlak veriyor. İşin ilginci ben böyle panik halde her şeye yetişmeye çalışırken aslında yapmam gereken hiçbir şeyi yapamadığımı fark ettim. Üstüne üstlük bundan çevremdekiler de olumsuz etkileniyordu. En başta da hiçbir suçu olmayan küçük kızım. Ondan büyük bir insan gibi davranmasını bekliyordum, hangi akla hizmetse. Bunu kabullenememiştim, bebekse bebekliğini bilsin, bak oyalanacağı bir sürü şey var, ben de oynuyorum zaten arada sırada, neden sürekli yanında olmamı istiyor ki diye düşünüyordum. Çünkü böyle olunca başka hiçbir şeyle ilgilenemiyordum, hayat akıp gidiyordu, ben öylece dururken. 

Sonra bir gün, sanki kafama saksı düşmüş gibi, birden aklım başıma geldi. Ben ne için uğraşıyorum diye sordum kendime. Asıl amacım sevdiklerimle birlikte mutlu olmak değil miydi? Dualarımda ilk istediğim şeyler, sağlık, sabır ve yaşama sevinci değil miydi? Ancak ne sağlığım, ne sabrım ne de yaşama sevincim kalmıştı elimde. Bir şeyler ters gidiyordu. O an anladım, bendekinin kabullenememe hastalığı olduğunu. Mesela, her şeyi aynı anda ve tastamam yapamayacağımı kabullenemiyordum ya da kızımın daha çok küçük olduğunu, onun için oyunun her şey demek olduğunu, tamam bir saat annemle oynadık, şimdi tek başıma zaman geçireyim gibi bir düşüncesi olamayacağını; evin her zaman temiz olmak zorunda olmadığını; ailecek birkaç saat de olsa dışarıda geçireceğimiz zamanın aslında bana yol, su, elektrik olarak geri döneceğini vs. vs. kabullenemiyordum. 

Bu da sonraki halimin temsilidir :D

Dur dedim içimdeki huysuza. Yeter artık senin hükümdar olduğun! Artık ben geçiyorum tahta. Ben kim miyim? Her şeyi kabullenip huzura eren kadın. Gün boyu küçük kızı uyanık olduğu sürece sadece onunla zaman geçiren, akşamları eşinin gelmesiyle çevirisini yapan, ev işlerini de küçük parçalara bölüp yavaş yavaş halleden, dışarı çıkmayı gözünde büyütmeyen kadın. O kadar vaktim kalıyor ki saçlarımı aheste aheste tarayıp çay keyfi bile yapabiliyorum. (Gülmeyin, bunlar küçük bebekli kadınlar için büyük lüks :) Şu işe bakın ki panik yapmayınca, kabullenince, rahatlayıp huzur dolunca bütün işlerimi daha çabuk ve kolay hallettiğimi gördüm. Kızımın ve eşimin de bu şekilde daha mutlu olduklarını söylemiyorum bile. Ama en çok insanın kendi faydalanıyor bu durumdan. Sizlerin hayatında neler var böyle, neyi kabullenemiyorsunuz mesela? Bir düşünün ve sonra kabullenin. Gerisi saf huzur...

Not: Yukarıda demiştim ya, kızımla ilgilenince başka şeyle uğraşamıyordum, hayat akıp gidiyordu diye. Bu huzur dolu kadın fark etti ki aslında kızıyla geçirdiği o anlar hayatın ta kendisi, onun yeni bir şeyler öğrendiğini, sizin yaptığınız komik bir şeylere katıla katıla güldüğünü seyretmek dünyalara bedel... 

Not 2: Şimdi yazdıklarımı tekrar okudum da önceki halim ne şirretmiş, evlerden ırak :D

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder