Tam yirmi yedi gün önce bu saatlerde, bu satırları yazdığım odada küçük kızımın dünyaya geliş
macerası başlamıştı. Nasıl yani? Evde mi? Evet, kendi sıcak yuvamızda.
Her zaman için,
hatta hamile kalmadan önce bile, normal doğum taraftarı bir insandım. Bir gün
hamile kalırsam bebeğimi doğal bir şekilde bu dünyaya getirmek isterdim. Bunda
kendi annemin de bizi, üç çocuğunu, normal doğumla evde dünyaya getirmiş
olmasının etkisi büyüktü sanırım. Tamam, normal doğum istiyorsun da evde olsun
diye niye fantezi kuruyorsun demezler mi adama? Derler. Neden evde peki?
Birincisi, hastalandığında ilaç kullanmaktan ölesiye korkan, hastalıklarına
yokmuş gibi davranan ve onların da bu şekilde geçip gittiğini görünce bu
tavrını koruyan, hastanelere karşı neredeyse fobisi olan bir insanım. Bir de
hastanede doğum yapanların kötü anılarını dinleyince evde doğum yapma isteğim
daha da güçlendi.
Tamam, istiyorum
da başta eşim olmak üzere hiç kimseye kabul ettiremiyorum bunu. Herkes,
“Saçmalama, bu devirde böyle şey mi kalmış? Ya sana bir şey olursa? Ya işler
ters giderse?” diye söyleyip duruyor. Kabul, işin risk boyutu var. Ama zaten
ben de doğuma kadar kontrollerime gitmiş bir insanım. Bebekte de, ben de de bir
sorun yok. En son, doktorum normal doğum yapabileceğimi de söylemiş. Benden
rahatı yok artık. Merakla kızımın dünyaya geleceği günü bekliyorum artık. Bu
arada doğuma neredeyse yirmi gün kala annem yanıma geliyor. Kızımız için yapılacak
şeyler var, lavanta keseleri, nevresim takımları vs. Bir de yanımda olsun istiyorum,
sonuçta kızımızın ne zaman geleceği belli değil.
Doğuma on gün
kala artık herkes arıyor. Ne zaman doğuracaksın? Daha gelmedi mi misafirimiz?
Ne zaman, ne zaman? Bir süre sonra bu sorulardan fenalık geliyor evet.
Biliyorsun, herkes iyi niyetinden soruyor. Ama bu soruların tek muhatabı sen
olunca hiç hoş olmuyor. Bir yandan da, gerçekten de ya ne zaman gelecek bu
bebek, diye sorarken buluyorsun kendini.
Neyse işte,
günler böyle geçiyor. Annemle biz her gün erkenden kalkıyor, kahvaltımızı
yapıyor, kahvaltı masasında doğum üzerine pozitif sohbetler yapıyoruz. Gerçekten
de hakkını ödeyemem, bir gün bile olumsuz bir şey anlatmadı annem. Bana büyük
bir manevi destek oldu. Evde doğum yapma isteğime olumlu yaklaşan tek kişi
oydu. Ama o da sonuçta anne, işlerin ters gitmesi durumunda bana ya da bebeğe
bir şey olmasından ya da benim o kadar cesaretli olamayabileceğimden korkuyormuş
içten içte. Bunu tabii ki doğum gerçekleştikten sonra söylüyor.
Doğuma kadar
normal hayatıma devam ediyorum, hamileliğimin bir buçuk ay kadarı bitkisel
hayat yaşadığım, mide bulantısından ve kusmaktan ayakta duramadığım, hiçbir şey
yiyemeden yattığım doğrudur. Ama mide bulantıları ve kusmalar geçince, o günlerin
acısını çıkarırcasına yaşıyorum. Doğum yaptığım güne kadar tüm işlerimi kendim
yapıyorum. Düzenli olmasa da pilates ve son haftalarda yürüyüşler yapıyorum. Doğuma
10 kiloyla giriyorum. Yani hareket, hareket, hareket. Çok önemliymiş gerçekten.
Peki, bu sürece
nasıl hazırlanıyorum? Klişe belki ama her şey psikolojik. Yani, insan bir kere
zihnen, ruhen hazırlanırsa her şey daha kolay oluyor. Bir kere bu süreci,
hamilelikle beraber doğumu olduğu gibi, yani doğal bir süreç olarak görüyorum
en başından beri. Sonuçta, bu dünya var olduğundan beri milyarlarca kadın aynı
şeyleri yaşadı. Ben de onlardan biriyim. Tamam, insan kendini özel hissetmek
istiyor, sanki her şey bir tek onun başına geliyormuş gibi düşünüyor ama
aslında öyle bir durum yok. Ben bu satırları yazarken, siz okurken bile kim
bilir kaç tane bebek geliyor dünyaya… O
kadınlar yaptı, onlar da senin gibi etten kemikten canlılar. Sen de yaparsın. Böyle
böyle hazırlandım. Bu arada doğumun süreçlerini okuyorum; desteksiz doğum
hikâyeleri, evde doğumlar okuyorum. Birçoğu, hatta neredeyse hepsi
yurtdışından, bunu eşime söyleyince “Sen söyledin, onlar yurtdışındaymış.
Burası Türkiye.” diyor. Sanki oradaki kadınlar farklı bir canlı türüymüş gibi.
Sanki ben onlar kadar güçlü değilmişim gibi. Onun da bana bir şey olmasından
korktuğu için böyle dediğini biliyorum ama yılmak yok tabii ki. Onu da ikna
etme çalışmalarım sürüyor hep.
Her gün hayalini
kuruyorum. Geceleri yatarken, belki de yarın gece burada bebeğimizi uyutmaya
çalışıyor olacağım diyorum eşime. Gülümsüyoruz. Son günler çok uzun geliyor.
Bir an önce kucağıma almak istiyorum onu. Ama o ne zaman geleceğini biliyor. En
çok da onun bu hakkını elinden almak istemediğim için doğal, müdahalesiz bir
doğum istiyorum. O ne zaman kendini hazır hissederse o zaman.
28 Ocak akşamı,
evde annem, ben ve eşim oturuyoruz. Hala yapılacak işler var bana göre. Ev
kızımız için hazır değil sanki. Diyorum ki daha odasındaki mobilyaları bile
düzenlemedik, daha nevresimlerini bile sermedik; tabii ki gelmez bu kız, her
şeyin hazır olmasını istiyor. Onları da güç bela kaldırıp odasını, şimdilik
bizim odamıza koyacağımız karyolasını hazırlıyoruz. Hıh, tamam işte, şimdi oldu,
diyorum kendi kendime. Artık gelebilir. Zaten yarın, 29 Ocak onun beklenen
doğum tarihi. O gece yatarken karyolasına dokunuyorum. Gülümsüyorum yine. Gece
iki gibi uykudan uyanıyorum, zaten son on gündür deliksiz uyku nedir unutmuşum.
Kalkıp lavaboya gidiyorum. Çok hafif bir kramp var ama hemen geçiyor. Gelip
yatıyorum. Beşe doğru tekrar uyanıyorum. Yine aynı kramp ama önemsenmeyecek
kadar hafif, belki de ben vücudumu dinlediğim için hissediyorum.
Sabah her
zamanki gibi erkenden kalkıyoruz, annemle kahvaltı faslı var. Sonra oturuyoruz
annemle, ben son sıralarına geldiğim battaniyeyi, annem de torununa ördüğü
yeleği alıyor eline. Sohbet ediyoruz. Öğlen 12.05’te lavaboya gidiyorum (evet,
saati not etmişim), pembe sümüksü bir şey gelmiş. Nişan diyorum,
okuduklarımdan. Anneme gösteriyorum. Tamam, evet diye onaylıyor. O an o kadar
mutlu oluyorum ki… Büyük gün bugün demek diye. Ama bir yandan da ilk doğumların
uzun sürebileceği geliyor aklıma, o zaman bir gün içinde falan gelir herhalde diyorum.
Annemle öğle yemeğimizi yiyoruz, annem sürekli soruyor sancın var mı diye. Var
gibi, yok gibi, belki de tamamen psikolojik. Tabağımı bitiremiyorum nedense.
Kalkıyorum. Örgüye devam ediyorum. Annem de yanımda. Sanki sancılarım başlıyor.
Hemen yanıma bir not kâğıdı alıyorum. Sancıları not ediyorum. İlki 12.54’te
başlıyor. Bir süre on beş dakika arayla devam ediyor. Sancılar çok hafif, nedense
bana bir temizlik aşkı geliyor. Lavaboları ovuyorum, evi toparlıyorum. Bir
yandan da mutluyum deliler gibi. Annem Ahmet’e haber verelim mi, diyor. Yok,
daha erken, o şimdi gelirse hemen hastaneye götürmek ister; ben böyle rahatım,
diyorum. Sancıları ayakta geçiriyorum, çömelme hareketleri yapıyorum. Her şey
çok güzel. Aralarda oturuyorum, örgüye devam, battaniyeyi kız doğmadan
bitireyim derdindeyim. Annem de gülüyor, bir gören olsa ne der bize diye. Kızın
doğumu başlamış, bunlar örgü derdindeler. Hey Allah’ım. Saat ikide sancıların
şiddeti bir kademe daha artıyor, ama hala dayanılmayacak bir şey değil. O
sırada eşim arıyor, ben gayet normal bir şekilde konuşuyorum. Her zamanki
şeyler işte diye geçiştirip kapatıyorum. Hala ayaktayım, evde geziniyorum.
Bildiğim duaları okuyorum, kızımla konuşuyorum. Beni yaratanla konuşuyorum. Allah’ım benim yaratıcım sensin. Şimdi bu
minik can da benim aracılığımla dünyaya gelecek. O an geldiğinde yardım et bana
diyorum, çünkü sen beni en iyi bilensin, bana ancak sen yardım edersin.
Öyle güzel geliyor ki bu. Bu arada annem de dualar okuyor. Ev sessiz, sadece
ben, kızım, annem ve muhabbet kuşumuz Babuş var. O da sessiz, sanki olacakları
hissediyor. Güzel şeyler düşünüyorum, gittiğim güzel bir yeri mesela, bir deniz
kenarını. Dalgaların sesini. Güzel anıları. Sancıları birer dalga gibi
düşünüyorum. Evet gitti, bir daha gelmeyecek. Ve kızım bana bir adım daha
yaklaştı. Artık her şey ileri doğru gidiyor. Doğumla ilgili okuduklarımdan
aklımda kalan, kulağıma küpe olan şey, sancılar
düşmanım değil, dostum olduğu ve bana bebeğimi getirdikleri. Böyle
düşününce, sancıyı kötü bir şey olarak görmeyince, kendini teslim edince her
şey inanılmaz kolay oluyor. Diyorum ki kızım da uğraşıyor şu an bana gelmek
için, onun işini kolaylaştırmam gerek. İki kırk beşe kadar bu şekilde
dolaşıyorum evde. O sırada hafif bir mide bulantım oluyor ve karnımın üst
tarafında bir tekme hissediyorum. Sanırım o ana kadar karnımda çapraz duran
kızım pozisyon değiştirip tam kafa üstü durmaya başlamış. Şimdi yürümeyi
bırakıyorum, içimden dizlerimin üstüne çökmek geliyor. Koridorda dolanmayı,
sallanmayı bırakıp oturduğumuz yere geliyorum. Bir gün önce ortalığı
toparlarken eski bir çarşaf vardı, eşimden dolabın yüksek bir rafına koymasını
isteyecektim ki ne olur ne olmaz, belki doğumda lazım olur diye geçirmiştim
içimden. Sonradan annemin de aynı şeyi düşündüğünü öğrendim. Annem o çarşafı
kanepenin önüne sermiş, altına da bir naylon örtü sermiş. Böylece doğum yerim
hazır oluyor. Minderin üstüne dizlerimin üstüne çöküyorum. Sancılar artık biraz
daha şiddetleniyor. Bağırmıyorum ama inlemek iyi geliyor, çok tatlı bir uyku
geliyor sancı aralarında. Uyumak istiyorum anne, diyorum. Kollarımı ve başımı
kanepenin üstündeki yastıklara koyuyorum. Şimdi kızımın baskısını daha çok
hissediyorum. Arada tuvalete gitme hissi geliyor. Kalkıyorum ama yürümek de
gelmiyor içimden. Tekrar minderin üstündeyim. Annem bir yandan belime masaj
yapıyor, bir yandan dualar okuyor mırıldanarak. Ben de güzel şeyler düşünüyorum.
Az kaldığını düşünüyorum. Bacaklarımı iyice birbirinden ayırıyorum, içimden
böyle yapmak geliyor. Ikınma hissi geliyor. Hafif hafif ıkınıyorum. Bu arada
sadece pembe sümüksü sıvı geliyor. Saat sanırım beşe kadar falan bu şekilde
devam ediyor. Sancılar daha şiddetli artık. Aşağı tarafta bir yanma hissi
oluyor, elimi götürüyorum. Yumuşak bir şeye dokunuyorum. Sonra o şey birden
patlıyor. Sonunda suyum patlıyor. Annem bebek de birazdan gelir, diyor.
Ikınmaya devam et. Artık kızımı hissedebiliyorum. O da kendini itiyor. Elimi
atıyorum, kafasını hissedebiliyorum. O an bana bir gülme geliyor. Geliyor anne,
geliyor, diyorum gülerek. O kadar muhteşem bir his ki. Acı yok, yanma hissi
bile güzel geliyor. Büyük bir haz. Bir ya da iki kez ıkınıyorum ve kızımın
kafası çıkıyor. Annem kafası çıktı, durma bir kez daha ıkın, diyor ve çok hafif
bir ıkınmayla kızım doğuyor, mindere yumuşak bir iniş yapıyor. Ben doğdu,
inanamıyorum doğdu, şükürler olsun, diyorum. Kızım çıkar çıkmaz ağlamaya
başlıyor. Önceden dezenfekte ettiğimiz makas ve ip kenarda duruyor. Anneme
göbek bağını kesmeden önce biraz bekleyelim diyorum, kızım gözlerini bana
dikmiş bakıyor. O görüntüsü sanırım ölene dek hafızamdan silinmeyecek. Öyle
güzel bir bebek ki… Göbek bağını ben kesiyorum. Bir ıkınmayla bebeğin eşi de
düşüyor. Sonra annem göbeği bağlamaya çalışıyor. Ama o ana kadar gayet sakin
olan annemin heyecandan elleri titriyor. O kadar titriyor ki çekiştirmekten ip
kopuyor. Sonra ben bağlıyorum. Hemen bir havluya sarıp kucağıma alıyorum
bebeğimi. Kenara geçip oturuyorum. Kucağımda, gözlerini dikmiş bana bakıyor.
Hoş geldin kızım diyorum. Hoş geldin… Sonra göğsüme koyuyorum. Sütüm henüz yok
ama mememi yalıyor, ağzına almaya çalışıyor. O sırada annem ortalığı
toparlıyor.
Sonra babasını
arıyorum. Hep dalgasını geçtiğim şey gerçek olmuş. Sen işteyken ben
doğuracağım, sonra da kapıda kızımla seni karşılayacağım derdim. Arıyorum,
kızımız doğdu, evdeyiz, gel hadi, diyorum. Şaka yaptığımı sanıyor. Kızın ağlama
sesi duyulunca bizim kızımız mı o, diyor. Evet diyorum, gel hadi. On dakika
içinde evde oluyor. Gelip de beni kucağımda kızımızla görünce dizlerinin bağı
çözülüyor, yere dizlerinin üstüne çöküyor. Sonra yanımıza geliyor. Bize
bakıyor. Ne diyeyim ben sana, dediğini yaptın sonunda diyor. Benle gurur duyduğunu
belli eden gözlerle bakıyor, sevinçle. O şekilde birlikte oturuyoruz bir süre.
Sonra annem kızımızı babasına bırakıyor. Ben kısa bir duş alıyorum. Üzerimi
giyiniyorum. Kızım yine kucağımda. Eşimin ailesine haber veriyoruz. Onlar da
geliyorlar. Bir şeyler yiyoruz birlikte. Sonra bebek ve benim kontrolümüz için evimizin
yakınındaki devlet hastanesine gidiyoruz. Bebeğimiz 50 cm ve 3.550 gr doğmuş.
Sağlığı gayet iyi. Ben de iyiyim. Yırtığım varmış bir tane, o dikiliyor. O
sırada namım tüm hastaneye yayılmış bile. Evde doğuran kadın diye. Büyük
cesaret diyorlar, ne var ki diyorum, son derece doğal bir şey. Dikişim
doğumhanede atılıyor bu arada. En sondaki kabinde bir kadın doğurmaya
çalışıyor, çığlık çığlığa, ebeyle kavga dövüş. Evde doğum yapabildiğime bir kez
daha şükrediyorum. Ebe de kaçıncı doğum, diye soruyor. İlk diyorum, bir kez
daha şaşırıyor. Ama sonra, boş ver, en
güzelini yapmışsın, diyor. Dikişim atılınca odaya geçiyoruz. Ne olur ne olmaz
diye bir gece orada tutuyorlar. Gece heyecandan mı, mutluluktan mı bilmiyorum
uyuyamıyorum bir türlü. Durmadan kızımıza bakıyorum. Halbuki sancılar sırasında
ne kadar uykum gelmişti, bir doğsun bebeğimiz, uyuyacağım, diyordum. Ama gözümü
bile kırpmadan sabah oluyor. Sonrasında bebeğimizin kontrolleri yapılıyor ve
evimize dönüyoruz. Artık üç kişilik bir aileyiz.
İşte minik Ayşe
Ece ve benim doğum maceramız. Gerçekten de iyi bir ekip olduk kızımla ve
hayatımdaki belki de en güzel anılardan birini yaşamış oldum. İnşallah tüm anne
adayları benimki gibi güzel bir doğum yaşar. Son olarak söyleyebileceğim tek
şey, bedeninize ve bebeğinize güvenin. Onlar zaten her şeyi yapıyor. Sizin
yapmanız gereken tek şey kendinizi onların eline teslim etmeniz.