6 Temmuz 2014 Pazar

Bunu Evde Deneyin: Gelin Buketi

Malum, düğün sezonu açılıyor. Siz de bu yaz dünya evine gireceklerden biri olabilirsiniz ya da çevrenizde vardır böyle bir yakınınız. İşte sizin ve o yakınınız için hazırladım bu yazıyı.

Bu yaklaşık üç yıl önce kendi düğünüm için yaptığım buket:




Aşağıda da görümcem için hazırladığım gelin buketi var. (Bu arada bu görümce, elti gibi sözcükler de oldum olası itici gelmiştir.) 

Büyük çiçekler Madame Coco'dan, küçük güller English Home'dan, diğer lavantalar ise aradaki bir dükkandan alındı. Kısaca şöyle yaptım:

* Seçtiğim çiçekleri aşağı yukarı aynı boya getirmek için uçlarını penseyle kısalttım.
* Ardından buketi kınnap ipiyle sıkıca sardım ve silikon tabancasıyla ucunu sabitledim.
* İpin üzerine evde taaa benim (hiç kullanmadığım) gelin kesesinin üstündeki güpürleri çıkarıp yapıştırdım, sonra da incileri aralara yerleştirdim. Burası sizin hayal gücünüze kalmış. Süslemesini istediğiniz gibi yapabilirsiniz. Sade de bırakabilirsiniz.
* Son olarak da enli bir kurdeleyle üst kısma bir fiyonk attım. Böylece şirin bir buketimiz oldu.











Tüm gelin adaylarının hayallerindeki gibi bir gelinlik giymesi dileğiyle yazımı sonlandırıyorum. Esen kalın efendim :)




5 Temmuz 2014 Cumartesi

Bunu Sevmedim: Mel by Melissa Macadamia

                   


Geçenlerde fotoğrafta görmüş olduğunuz ayakkabıları sipariş verdim Zizigo'dan. Epeydir denemek istiyordum bunları. Her ne kadar hakkında epey olumlu şeyler duysam da insan kendi denemeden bilemiyor. 

Neyse efendim, ayakkabılar geldi, mis gibi de kokuyorlar. Denedim, numarası tam oldu. Buraya kadar her şey güzel. Akşam Ahmet (kendisi eşim olur) gelince ilk önce güzel olmuş falan dedi. Benim, "Nasıl olmuş? Sence güzel mi? Çok mu kötü görünüyor? Ayağımı çok mu çirkin gösterdi? Çok mu basit duruyor? Nasıl? Nasıl?" gibi milyon tane sorumdan sonra da şakayla karışık "Ankara lastiği gibi bir şey işte" yorumunu yaptı. O zaman uyanmam gerekirdi belki ama vazgeçmedim. Hem bir sürü şeyle birlikte giyebilecektim bunları. 

İki gün evde ara sıra giyip denemeler yaptım. Ayaklarım birazcık terler gibi oldu ama büyük bir sıkıntı yoktu. Derken hafta sonu oldu, AVM'ye gittik, yaklaşık üç saat gezdik. Gün sonunda maalesef ayaklarım terden ölmüş, birkaç yerden de su toplamıştı. 

Eve gelince kargomu hazırladım, ayakkabıları Zizigo'ya gönderdim. Neyse ki, kendileri hiç sorun çıkarmadan paramı iade ettiler. Bu arada Zizigo'dan pek çok kez alışveriş yaptım, bu ilk iademdi. Diğerlerinden gayet memnun kalmıştım.

İşte böyle, lastik ayakkabılarla maceram bu kadar kısa sürdü. Tabii siz yine de deneyebilirsiniz. Herkes farklı sonuçta. Belki diğer modellerinden memnun kalırsınız.

Benim son sözüm, üzgünüm Melissa, bizimle deyılsın :(

4 Temmuz 2014 Cuma

Bir İş Bir de Eş

Geçen gün annem ve kardeşimle aramızda şu konuşma geçti:

Kardeşim: (Babamı -biraz da dalgayla- taklit ederek) İşte ... bölümünü okusaydın şimdi ne güzel paralar kazanıyordun. Adamlar tüm gün yan gelip yatıyor, bir sürü para kazanıyor.

Annem: Adam da sizin iyiliğiniz için söylüyordu herhalde.

Ben: (Adeta bir filozof edasıyla) Aman anne, hayatta her şey para değil ki. Önemli olan huzurun. İnsan ne olursa olsun sevdiği işi yapmalı. Az da kazansan, eğer mutluysan, hiç sorun yok. Bir de ne demişler: İnsan bir işini, bir de eşini iyi seçecek şu hayatta.

K: (Omzuma ufak bir yumruk atarak) Heeyt be koçum! İyi dedin. Ben Twitter'a yazayım bunu.

A: Sen iyi seçtin mi bari ikisini de?

B: İşimden memnunum. Eşimden de şimdilik memnunum bakalım, bir sorun yok.

İşte böyleydi. Her ne kadar babam böyle söylese de biz üç kardeşe seçeceğimiz meslek konusunda baskı yapmadı. Annem zaten her zaman ne istiyorsanız onu olun derdi, sağ olsun. Yukarıda bahsi geçen kardeşim bu sene basketbol antrenörlüğünü bitirdi. Hep sevdiği şeydi spor, voleybol oynadı, basketbol oynadı. Sonra da antrenörlük istedi, o bölüme gitti. Okurken bir yandan sertifikalar alıp minik sporcular yetiştirdi. Şimdi de inşallah güzel bir yerde antrenörlüğe başlayacak. Diğeri ise iktisat istedi, onu okuyor. 

Ben de liseye başladığım zamandan beri yabancı dile ilgim olduğundan çevirmenlik yapmak istiyordum. Tam bir kitap kurdu olduğumdan yabancı kitapları okurken önce iç kapaktaki çevirmen ismine bakardım. İmrenirdim. Hem, tam bana göreydi. Kitapları okumuş oluyordun çevirirken; bir sürü yeni sözcük, ifade, kültürel unsur öğreniyordun. Hem kendi dilinde, hem yabancı dilde. Benim için harikaydı.
working from home
Evet, evden çalışırken düzen, disiplin falan önemli şeyler. 

O yüzden tercih yaparken hiç düşünmedim. Sadece üç tercih yapıp ilk tercihime yerleştim. Çok severek okudum okulumu. Bir daha dünyaya gelsem yine aynı mesleği seçerdim herhalde. Ya da en azından tercihlerim arasında yine üst sıralarda yer alırdı çevirmenlik.

Evet, zorlukları var tabii ki. Örneğin şu an, bir kitabın son kontrollerini yaparken beynim hafiften sulanmış kıvamda. Biraz da sırt ağrısı var. Ama o çeviri bitip de kitapçılarda kitabı görüyorum ya, her şey bitiyor. Tüm sıkıntılar unutuluyor. Hafiften egom okşanıyor. Güzel bir duygu işte. Hani kendi çocuğun güzel bir şey yapar da gurur duyarsın ya, öyle bir şey.

Ne diyordum ilk başta, insan gerçekten de sevdiği işi yapmalı. Kimi insan daha şanslı bu konuda evet, kabul ediyorum. Onu destekleyen bir çevresi oluyor. Maddi imkanları yerinde oluyor vs. Ancak fazlasında gözünüz yoksa, yine hayallerinizin peşinden gidebilirsiniz. Örneğin ben... Evet, belki maddi anlamda emeğimin tam karşılığını alamıyorum. Ama en azından işin başına her oturduğumda "Lanet olsun, başlarım işine de şimdi. Ne işim var da ben bununla uğraşıyorum." gibi şeyler söylemiyorum. Üzülmüyorum. İşim gereği gereksiz kimselerle muhatap olmuyorum. Tek başınayım. Çoğu zaman iş yaptığım kişilerle telefonda bile görüşmüyorum. Her şey e-postalarla halloluyor. Bana çemkiren bir amirim, çekememezlik yapan meslektaşlarım, işe geç kaldım, bugün ne giydim, çocuğuma kim bakacak vs. gibi dertlerim yok. 

Home Office
İş yaptığım kişilerle konuşurken ben. Konuşma tarzım sol taraf, üst-baş sağ taraf.

Konu biraz dallanıp budaklanacak gibi. Sanırım son günlerde bu konuda çok söz duyduğumdan yazma ihtiyacı hissettim. Hala memlekete geldiğimde yaşlı teyzelerin, amcaların şu tarz sözlerine maruz kalıyorum:

"Ee, okulu bitirdin, ne iş yapıyorsun şimdi?"
"Çevirmenlik yapıyorum."
"Nerede çalışıyorsun?"
"Evde çalışıyorum; kitap, makale vs. çevirisi yapıyorum."
"Bak işte artık üniversite okusan da bir işe yaramıyor, öyle evde oturuyorsun." / "Hııı, o sayılmaz canım. Evde çalışmak mı olurmuş?"/ "KPSS'ye girmedin mi sen?" / "Öğretmenlik yapsana." (Akıl da veriyorlar, sağ olsunlar.) / "Ama öyle olmaz, öğretmenlik iyi iyi, yarım gün hem." / "Çocuğa da kayınvaliden bakar ya da bakıcı tutarsın." / "Memurluk iyi, sen yine çalış da gir sınavlara."

Şimdi bunlara anlatamıyorsun ki, ben bir kere eğitim fakültesi mezunu değilim. Öğretmen olabilmek için formasyon almam lazım. Diyelim ki bir sene gittim, üstüne para da verdim, formasyon aldım. Öğretmen oldum. Sonra KPSS'ye hazırlandım. Sonra sınavdan diyelim ki iyi puan aldım. Tercih yaptım. Yaşadığım şehre atanabileceğimin garantisi yok. Diyelim atandım. Sor bana bir, ben bu işi yapabilir miyim? Teknik olarak evet, şu durumda bile gidip öğretmenlik yapacak donanımım var çok şükür. Ama ben bu işi yapmak istemiyorum, bu kadar basit. Hem, öğretmenlik öyle pek çoklarının sandığı gibi kolay bir iş değil. Hem fiziksel hem zihinsel anlamda insanı yoran bir iş. Bunu bir sürü arkadaşı öğretmen olan biri olarak söylüyorum. 

Ayrıca bir de çocuk meselesi var, ben çocuğumu kendim büyütmek istiyorum. Bu dönemde çalışan biri için büyük lüks bu. Ben de buna sahibim, daha ne isterim? Benden iki gün önce doğum yapan ve bu sene eğitim öğretim yılına başlarken bebeğini bakıcıya verecek bir arkadaşım var mesela. Hem çocuğundan ayrı kalacağı hem de üstüne para vereceği için sıkıntıda. Bana özendiğini söyler hep. 

Ama yok ben öğretmen olursam çok iyi olurmuşmuş, hem de yarım günmüşmüş. Hem de ohh ne rahat meslekmişmiş. 

Uzun yazdım belki ama burayı bir nevi iç dökme yeri olarak görüyorum sanırım. O yüzden yazdım bunları. Bir de olur da bir gün çevirmenlik mesleğini seçmek isteyen birisi burayı okursa az çok nasıl bir şey olduğunu görsün diye...

Okuduğunuz için teşekkürler :)

İmza: Yorgun ama Mutlu Çevirmen

27 Haziran 2014 Cuma

Bunu Evde Deneyin: Lavanta Keseleri

Ayşe Ece'nin bebek mevlidinde dağıtmak üzere bu keseleri hazırlamıştık annemle. Yapması çok eğlenceliydi benim için. Bunları bebeğinizin doğumunda hastanede dağıtmak için, bizim gibi kırk mevlidinde vs. dağıtmak için ya da nikah şekeri olarak yapabilirsiniz. 

Hazırlık Aşaması

Öncelikle renklere karar verdim, siz isterseniz tek renk de kullanabilirsiniz. Sonra buna uygun kumaş, keçe ve kurdele aldım. Kumaşları her renkten yarımşar metre almıştım ama hepsi bitmedi bile. Keçe evde daha önceden vardı, uygun renkleri seçip kullandım. Kurdeleleri de yine kumaşlara uygun renkte seçtim. Bazıları da daha önce başka işlerde kullandıklarımın artıklarıydı. 

İçlerine koymak için ben lavanta seçtim, siz isterseniz bildiğiniz hoş kokulu başka bir bitki ya da küçük poşetlerde şeker vs. seçebilirsiniz. Hatta içlerini sadece elyafla doldurup iğnelik olarak bile kullanabilirsiniz. 

Yapım Aşaması

Keselerin boyutlarına (dikiş payı hariç 10 cm x 13 cm) karar verdikten sonra kumaşları kestim, tabii ki her kese için ön ve arka yüz olmak üzere ikişer tane. Sonra keselerin üstüne dikeceğim keçe figürlere karar verip bunları önce bir kağıda çizdim, sonra ince kartona aktardım ve bunları kestim. Sonra figürleri keçenin üstüne koyup kestim. 

Ardından ön yüzlere bu figürleri elde diktim. Sonra ön ve arka yüzleri makinede birleştirip ağızlarına overlok benzeri bir dikiş çektim. İçlerini ise dip taraflara biraz pamuk, araya lavanta, üste yine bir parça pamuk olacak şekilde doldurdum ve ağızlarını da uygun renkteki kurdelelerle sıkıca bağladım ve ufak bir fiyonk attım. 

En son olarak da (buradaki fotoğraflarda henüz iliştirmemiştim ama) Word'de hazırladığım küçük etiketleri çıktı alıp kestikten sonra zımbayla kurdelelerin bir kenarına iliştirdim. 

İşte o keselerden bazılarını paylaşıyorum sizlerle. İlham vermesi dileğiyle... 



 

 

 

 

 

 

Bunu Sevdim: Renk Koruyucu Mendil

1. Geleneksel "Bunu Sevdim" yazısına hoş geldiniz. Bu "birinci geleneksel" ifadesine de tavımdır yani. Şaka bir yana bu başlıktaki yazılarımda (tabii ki devamını getirebilirsem) beğendiğim ürünleri paylaşmayı düşünüyorum. İlk olarak da renk koruyucu mendilleri yazmaya karar verdim. Elbette bilenler vardır ama daha önce duymamış olanlar için faydalı olacaktır. 

Bu ürünü ilk olarak başka bir şey için BİM'e girdiğim bir gün görmüştüm, markası BİLL'di. Şöyle bir elimde evirip çevirdim. İşe yarar bir şey gibi görünüyordu, dedim alayım. Sonra ilk olarak Ayşe Ece'nin çamaşırlarında denedim. Özellikle küçük bebeği olanlar beni anlar. Yıkanacak bir sürü minik minik kıyafet vardır ortada; kimisi beyaz, kimisi açık renk, bazıları da koyu renk. Şimdi bunların hepsini bir atsan renkleri birbirine çıkıyor, ayrı ayrı atayım desen bir sürü enerji, su vs. israfı. Bir de renklere göre ayırıp atsan makinenin yarısından çoğu boş kalıyor, kısa programlar için bile. İşte bu mendillerle çamaşırları attığınızda hiçbirinin rengi bir diğerine solmuyor. Mendil koyu renklerin ya da solacak ne varsa onun rengini üstüne topluyor. Böylece siz de hem zamandan, hem enerjiden hem de sudan tasarruf etmiş oluyorsunuz. 


                                
Kullanımı basit: Çamaşırlarınızı her zamanki gibi makineye atıyorsunuz, bu mendili de çamaşırlarınızın arasına koyuyorsunuz. Deterjanınızı vs. koyup makineyi her zamanki gibi çalıştırıyorsunuz. Hepsi bu kadar.

İlk olarak BİLL markasını denemiştim, bitince gidip BİM'den tekrar alayım dedim ama meğer BİM'de haftalık kampanyalar oluyormuş, oradaki bir ürün olduğundan sürekliliği yokmuş. Sonra bugün Carrefour'da Dr. Beckmann markalı olanı gördüm ve gelince yine Ayşe Ece'nin çamaşırlarında denedim, sonuç güzel. Bütün çamaşırlar kendi renklerinde kalmış. 

Ürün fiyatlarına gelince, BİLL marka olanı hatırlamıyorum maalesef ama Dr. Beckmann 20'lisi 13 lira 50 kuruştu. Her bir mendili çamaşırların renk yoğunluğuna göre ikiye bölerek de kullanabileceğinizi düşünürseniz bir paket 30-40 yıkama için kullanılabilir. 

Bir Bunu Sevdim yazısında daha görüşmek üzere, sevgiyle kalın efenim :)




22 Haziran 2014 Pazar

Bunu Evde Deneyin: Evde Saç Kesmenin Dayanılmaz Hafifliği



Bunu evde deneyin dedim ama eğer saçlarınız sizin için hayatınızın anlamıysa, onlara adeta "kıymetlimisss" diyerek yaklaşıyorsanız bence denemeseniz daha iyi. Ancak benim gibi, yok efendim kökü bende nasıl olsa, kötü de olsa uzar gider, zaten önemli olan benim beğenmem derseniz deneyin.

Daha önce de kesmiştim saçlarımı, ama benimki öyle filmlerde, kliplerde vs. gördüğünüz gibi depresyon kaynaklı, salya sümük ağlamalı değildi. Gayet de mutlu olduğum zamanlarda, hem de böyle "oh oh, nasıl da gitti saçlar, hafifledim ne güzel." düşünceleri eşliğinde olmuştu. 


Neden evde kesiyorsun dediğinizi duyar gibiyim. Doğum hikayemi de okuyup bu kadın da her şeyi evde yapma takıntılı herhalde gibi bir düşünceniz olmasın. Sadece kuaför salonlarını gidilmesi eğlenceli yerler olarak göremiyorum, pek çok hemcinsimin aksine. Zaten 26 yıllık hayatımda herhalde yaşadığım sene sayısı kez bile gitmemişimdir kuaföre. 

Bugün de ne zamandır ertelediğim saç kesimini yapma zamanının geldiğine karar verdim. Fotoğraflar yok ama hayal gücünüze güveniyorum.

Saçlarımı keserken şunlara dikkat ettim:

*Saç Modeli Seçimi: İlk başta tabii ki saç modelinize karar verin. Ancak gerçekçi olun. Yapamayacağınız işe girişmeyin. Tercihinizi daha minimal saç kesimlerinden yana kullanın. Ne bileyim işte, hepsi aynı boyda ve omuza gelecek şekilde olsun gibi. Benim bu işte deneyimim olduğundan bir seviye daha üstte, asimetrik bir model seçtim. Ama eliniz bu tür işlere yatkın değilse,

       şu modeli isteyip  Farklı tarzda kısa saç modelleri    

sonunda şöyle olabilirsiniz  

Dikkat edin yani :)

*Saçların Durumu: Kesinlikle ama kesinlikle saçlarınız ıslak olmalı. Benim gibi banyo sonrasını tercih edebilirsiniz. Bir de saçlarınızda dolaşıklık vs. olmamalı.

*Kullandığım Araç-Gereç: Güzel bir tarak ve kör olmayan bir makas. Makasınız düzgün kesmiyorsa rezil rüsva olursunuz.

*Saç Uzunluğu: Unutmamanız gereken şey, saçların ıslakken kuru olduğu zamanlara göre daha uzun olduğudur. Bu yüzden saçlarınızı normalde istediğinizden biraz daha uzun kesmenizde fayda var. Kuruyunca asıl istediğiniz boyda olurlar. Bir de tabii ki istediğinizden daha uzun keserseniz olur da hata yaptığınızda bunu düzeltme şansınız olur.

Ben bugünkü saç kesimimi kısaca şöyle yaptım: Banyodan sonra saçlarımı güzelce taradım. Yandan ayırdım. Asimetrik kesmek istediğim için saçlarımın hepsini kısa olmasını istediğim tarafta topladım. 
Yani bu fotoğraf üstünden anlatacak olursam, ben size göre sol tarafı kısa, diğer tarafı uzun istedim o yüzden saçlarımı sol tarafa topladım ama soldan ayırdım. Sonra elimle topladığım ve omuzlarımı bir karıştan fazla geçen saçlarımı kırt kırt kestim. Sonunda ortaya şöyle bir şey çıktı:

                                                        
Şimdi misler gibi kısa saçın tadını çıkarıyorum, gidip gelip aynada kendime bakıyorum :)

9 Haziran 2014 Pazartesi

Bebekli Hayat: Ayşe Ece'yle Tuvalet İletişimi

Bebek altı değiştiren herkes en az bir kez şunu yaşamıştır: Bebeğin altını temizlemek için bezini açarsınız ve o sevimli şey, özellikle erkek bebekler, anında üstünüze ya da daha kötüsü suratınıza çişini bir güzel yapar. Bunun nedeni şüphesiz o bebeğin sizle bir alıp veremediğinin olması değil. O sadece altını kirletmek istemiyor, hepsi bu. Evet, nedeni bu kadar basit. Tüm insanlar ve birçok memeli gibi o da yaşadığı yeri, bu durumda bezini kirletmek istemiyor. Bunu aslında doğduğu ilk günden itibaren bize çeşitli sinyallerle söylüyor ama böyle bir şeyin farkında olmadığınızda bebek de haliyle şöyle düşünüyor: "Hımmm, çişim geldi, kakam geldi, söyledim söyledim anlamadılar. Demek ki bu bez benim tuvaletim. İyi madem ben de buraya yaparım bundan sonra." Ve böylece bebeğiniz beze bağımlı hale geliyor. 



Benim bu sinyalleri gerçekten fark etmem kızım doğduktan bir-iki gün sonra oldu. Ayşe Ece ne zaman çişi ya da kakası gelse ağlıyordu ve altını açana kadar da buna devam ediyordu. Ne zaman altını açıyordum işte o zaman suratında bir rahatlama ifadesiyle ve dudaklarını "0" şeklinde büzerek işini hallediyordu. 

Bu konuyu hamileyken Bebek Yapım Bakım Onarım sitesinde okumuştum. Sevgili Evren Bay'ın tuvalet iletişimiyle ilgili çok güzel bir yazı dizisi var. O yazıları okuyup kızım doğunca ben de bunu uygularım demiştim. Kızımın bu halleri ve annemin de, sen daha kırklıyken seni çişe tutmaya başlamıştım, bir yaşına yakın da bezini bıraktın, demesi beni cesaretlendirdi ve Ayşe Ece 4-5 günlükken tuvalet iletişimine başladık. 

Peki nedir bu tuvalet iletişimi? Bahsettiğim sitede  bu konu ayrıntılarıyla açıklanmış. Ben de burada kısaca anlatayım:

Öncelikle bu, tuvalet eğitimi kesinlikle değil. Zaten küçücük bir bebeğe eğitim vermeyi düşünmek gülünç bir fikir. Bu sadece bebeğinizin bir ihtiyacını karşılamaktan ibaret. Yani nasıl karnını doyurup uykusu gelince uyumasına yardımcı oluyorsanız tuvaleti gelince de çişe tutuyorsunuz. 

Neden yapıyoruz bunu? Ben, bebeğim altını kirletip sonra da saatlerce o bezin içinde bakterilere maruz kalmasın diye, ıslaklıktan ya da kakasından rahatsız olmasın diye, bebeğime tuvalet olarak sadece bezini değil, alternatif olarak lavaboyu ya da çiş kabını ya da başka bir yeri kullanabileceğini göstermek için, doğayı korumak için yapıyorum. Kızıma yıkanabilir bez kullandığım için çevre kirliliğini artıracak hazır bez yığınlarımız yok neyse ki. 

Nasıl yapıyoruz? Ben ilk zamanlar, yaklaşık bir-bir buçuk ay kadar yattığı yerden başının arkasına bir destek koyarak bezine yaptırıyordum. Tabii ki o zamanlar çok sık çiş ya da kaka yaptığından hepsini yakalamak mümkün değildi. Ben de bezi değiştireceğim zaman zaten kirlenmiş beze son çişini ya da kakasını "çişş, çişş" ya da "ıhh ıhh" diyerek yaptırıp yeni bezi bağlıyordum. O zamanlar amacım ona bezin tuvalet olmadığını hissettirmek, doğuştan gelen kendini kirletmeme içgüdüsünü köreltmemekti. Bu aydan sonra kucağımda sırtını göğsüme yasladım ve dizkapaklarının altından tutup lavaboya yaptırdım. Şimdi Ayşe Ece dört buçuk aylık ve lavaboya ve bir de lazımlık olarak kullandığım plastik bir kaba dönüşümlü olarak çişini ve kakasını yapıyor. Artık çiş sayısı azaldığı ve kakası da bir düzene girdiği için işler daha da kolaylaştı.

Ne zaman yapıyoruz? Ben sabah uykudan uyandığında, (ki artık geceleri çiş yapmadığından bezi kuru kalkıyor ve ilk çiş de lavaboya gidiyor), yine gün içindeki uykularından uyandığında, karnı doyduktan beş-on dakika sonra ve yine beslenmeden yarım saat-kırk beş dakika sonra, gereksiz yere huzursuzlanıp kucağımda durmak istemediğinde ve banyodan önce ve sonra çişe tutuyorum ve bunların neredeyse hepsinde çişimizi ya da kakamızı yapıyoruz. Yani sizin anlayacağınız kızımın altı neredeyse hep kuru ve kendisi bu durumdan oldukça memnun.

Bebeğin tuvaletinin geldiğini nasıl anlıyoruz? Dediğim gibi ben zaten belli vakitlerde çişe tutuyorum, çoğu zaman da içgüdüsel olarak. Bu zamanlarda çoğunlukla o da sinyal veriyor zaten. Bunlar arasında ağlar gibi sesler çıkarma, ayaklarını birbirine sürtme, emiyorsa bırakıp suratıma bakma ve kaka için tabii ki gaz çıkarması :) gibi şeyler var. 

Ama ama bebeğin psikolojisi bozulur, ileride kişilik bozuklukları olur mazallah diyenlere ben de diyorum ki, ben de annem de, babam da, onun babası da ve Anadolu'da milyonlarca kişi ve yeryüzünde bir sürü yerde milyarlarca kişi bu yöntemle yetiştirilmiş. Bizzat ben kendimde bu açıdan bir sorun olduğunu düşünmüyorum, aksine iyi ki annem böyle yapmış diyorum. Sonuçta hazır bezlerin tarihi nedir ki ülkemizde? Bundan önce kadınlar belki de sürekli bez yıkamamak için bunu keşfetmişlerdi. Bilemeyiz ama iyi bir şey yaptıklarını düşünüyorum.



Sonuç olarak diyebilirim ki, bu gerçekten de bebeğinizle iletişiminizi güçlendiriyor, biraz büyüyüp size tepki vermeye başladığında eğlenceli vakit geçirebiliyorsunuz. Bebeğinizi rahatsız eden o bezlerden görece daha erken bir yaşta kurtulabiliyorsunuz. En önemlisi de bezine kakasını boydan boya yapmış bir bebeğin altını temizlemeye uğraşmaktansa bebeğiniz sinyal verip kakasının geldiğini söylediğinde onu tuvalete götürmek ve sonra da akan suda poposunu yıkamak çok daha kolay ve sağlıklı. 

Uzun bir yazı oldu ama umarım konuyla ilgilenenler için ilham verici, bilgilendirici bir yazı olmuştur. 


*Konuyla ilgilenenler için yukarıdaki yazı dizisinin yanı sıra bir de Facebook grubu var. 

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Hamile Kalmadan Önce

Şimdi, bu konuda uzman falan değilim. En baştan anlaşalım. Sadece benim de geçtiğim süreçlerde işime yarayan ya da keşke yapsaymışım dediğim şeyleri paylaşmak istiyorum. Tabii bunları yazarken planlı bir hamilelik istediğinizi varsayıyorum.

* Öncelikle kapsamlı bir sağlık taramasından geçin. Mesela benim tiroid sorunum çıkmıştı bu süreçte. Onun tedavisine başlamıştım. Bir de dişlerinizle ilgili tedavi gerektiren bir durum varsa bunu halledin.

* İyi bir kadın doğum uzmanı bulun. Kendinizi rahat hissedeceğiniz biri olması tercih sebebidir. Bir de hastası aşırı fazla olmayan, sizinle yeterince ilgilenecek birini bulursanız harika olur.

* Sigara, alkol vs. kullanıyorsanız hemen, hemen, hemen bırakın.

* Beslenmenize özen gösterin, fazla kilolarınız varsa vermeye çalışın.

* Doktorunuzun tavsiyesiyle folik asit almaya başlayın.

* Gitmek istediğiniz yerler, yapmak istediğiniz şeyler varsa yapın. Her ne kadar bunlar arasında hamilelik sırasında da yapabilecekleriniz olacaksa bile hamile kalınca bazı şeyler yasaklı hale gelebilir. (Belli aylarda çok uzun yolculuklar vs.)

* Taşınmayı düşünüyorsanız bunu geciktirmeyin. Hamileliğinin en bulantılı zamanında şehirler arası ev taşımış biri olarak söylüyorum bunu.

* Hamile kaldığınız takdirde iş durumunuz nasıl etkilenecek? İşle ilgili bu konuları iyice bir düşünün, pürüzler çıkarsa halletmeye çalışın.

* Son olarak: Yapmıyorsanız kesinlikle spora başlayın. Özellikle sırt, kol ve bacak kaslarınızı geliştirmeye bakın derim. Zira çocuk olduktan sonra geçen uykusuz gecelerde, o minicik bebek saatler geçtikçe kucağınızda daha da ağırlaşmış hissi verince o kaslara ihtiyacınız olacak :)



*Görseli bu adresten aldım.

Yeni Bebek

Evet, çevirdiğim kitaplar bebeklerim gibi demiştim. Yeni bir kitaba başladım, kişisel gelişim türünde. Konusu ise zihin haritalama. Bakalım bu nasıl ilerleyecek? Bir önceki çevirdiğim, Chris Culver'in kitabıydı. Beni yormayan, güzel bir polisiyeydi. Şu an son hazırlıkları yapılıyor bildiğim kadarıyla. Çıkınca buradan duyururum zaten.

Bu arada kişisel gelişim demişken... Cem Yılmaz'ın gösterilerinde bir gurudan bahsettiği kısım vardı. Bilenler bilir, guru Hindistan'dan geliyor, çevirmeni falan var. Çeviren önce aydınlanıyor tabii diye. Ben de çeviriyorum ya, zihnini ilk aydınlatan ben olacağım :)

Video bu :) Bahsettiğim kısım 2. dakikada başlıyor.

http://www.youtube.com/watch?v=gBhJFbR1ZZM

11 Nisan 2014 Cuma

Bekleyiş Sona Erdi

En son doğumdan bir gün önce yazmışım. Beklemedeyiz diye. Dakik kızım, tam gününde katıldı aramıza. İşte Bebek Yapım Bakım Onarım blogunda da paylaştığım doğum hikayem. Başka anne adaylarına ilham olması dileğiyle...

Tam yirmi yedi gün önce bu saatlerde, bu satırları yazdığım odada küçük kızımın dünyaya geliş macerası başlamıştı. Nasıl yani? Evde mi? Evet, kendi sıcak yuvamızda.

Her zaman için, hatta hamile kalmadan önce bile, normal doğum taraftarı bir insandım. Bir gün hamile kalırsam bebeğimi doğal bir şekilde bu dünyaya getirmek isterdim. Bunda kendi annemin de bizi, üç çocuğunu, normal doğumla evde dünyaya getirmiş olmasının etkisi büyüktü sanırım. Tamam, normal doğum istiyorsun da evde olsun diye niye fantezi kuruyorsun demezler mi adama? Derler. Neden evde peki? Birincisi, hastalandığında ilaç kullanmaktan ölesiye korkan, hastalıklarına yokmuş gibi davranan ve onların da bu şekilde geçip gittiğini görünce bu tavrını koruyan, hastanelere karşı neredeyse fobisi olan bir insanım. Bir de hastanede doğum yapanların kötü anılarını dinleyince evde doğum yapma isteğim daha da güçlendi.

Tamam, istiyorum da başta eşim olmak üzere hiç kimseye kabul ettiremiyorum bunu. Herkes, “Saçmalama, bu devirde böyle şey mi kalmış? Ya sana bir şey olursa? Ya işler ters giderse?” diye söyleyip duruyor. Kabul, işin risk boyutu var. Ama zaten ben de doğuma kadar kontrollerime gitmiş bir insanım. Bebekte de, ben de de bir sorun yok. En son, doktorum normal doğum yapabileceğimi de söylemiş. Benden rahatı yok artık. Merakla kızımın dünyaya geleceği günü bekliyorum artık. Bu arada doğuma neredeyse yirmi gün kala annem yanıma geliyor. Kızımız için yapılacak şeyler var, lavanta keseleri, nevresim takımları vs. Bir de yanımda olsun istiyorum, sonuçta kızımızın ne zaman geleceği belli değil.

Doğuma on gün kala artık herkes arıyor. Ne zaman doğuracaksın? Daha gelmedi mi misafirimiz? Ne zaman, ne zaman? Bir süre sonra bu sorulardan fenalık geliyor evet. Biliyorsun, herkes iyi niyetinden soruyor. Ama bu soruların tek muhatabı sen olunca hiç hoş olmuyor. Bir yandan da, gerçekten de ya ne zaman gelecek bu bebek, diye sorarken buluyorsun kendini.

Neyse işte, günler böyle geçiyor. Annemle biz her gün erkenden kalkıyor, kahvaltımızı yapıyor, kahvaltı masasında doğum üzerine pozitif sohbetler yapıyoruz. Gerçekten de hakkını ödeyemem, bir gün bile olumsuz bir şey anlatmadı annem. Bana büyük bir manevi destek oldu. Evde doğum yapma isteğime olumlu yaklaşan tek kişi oydu. Ama o da sonuçta anne, işlerin ters gitmesi durumunda bana ya da bebeğe bir şey olmasından ya da benim o kadar cesaretli olamayabileceğimden korkuyormuş içten içte. Bunu tabii ki doğum gerçekleştikten sonra söylüyor.

Doğuma kadar normal hayatıma devam ediyorum, hamileliğimin bir buçuk ay kadarı bitkisel hayat yaşadığım, mide bulantısından ve kusmaktan ayakta duramadığım, hiçbir şey yiyemeden yattığım doğrudur. Ama mide bulantıları ve kusmalar geçince, o günlerin acısını çıkarırcasına yaşıyorum. Doğum yaptığım güne kadar tüm işlerimi kendim yapıyorum. Düzenli olmasa da pilates ve son haftalarda yürüyüşler yapıyorum. Doğuma 10 kiloyla giriyorum. Yani hareket, hareket, hareket. Çok önemliymiş gerçekten.

Peki, bu sürece nasıl hazırlanıyorum? Klişe belki ama her şey psikolojik. Yani, insan bir kere zihnen, ruhen hazırlanırsa her şey daha kolay oluyor. Bir kere bu süreci, hamilelikle beraber doğumu olduğu gibi, yani doğal bir süreç olarak görüyorum en başından beri. Sonuçta, bu dünya var olduğundan beri milyarlarca kadın aynı şeyleri yaşadı. Ben de onlardan biriyim. Tamam, insan kendini özel hissetmek istiyor, sanki her şey bir tek onun başına geliyormuş gibi düşünüyor ama aslında öyle bir durum yok. Ben bu satırları yazarken, siz okurken bile kim bilir kaç tane bebek geliyor dünyaya… O kadınlar yaptı, onlar da senin gibi etten kemikten canlılar. Sen de yaparsın. Böyle böyle hazırlandım. Bu arada doğumun süreçlerini okuyorum; desteksiz doğum hikâyeleri, evde doğumlar okuyorum. Birçoğu, hatta neredeyse hepsi yurtdışından, bunu eşime söyleyince “Sen söyledin, onlar yurtdışındaymış. Burası Türkiye.” diyor. Sanki oradaki kadınlar farklı bir canlı türüymüş gibi. Sanki ben onlar kadar güçlü değilmişim gibi. Onun da bana bir şey olmasından korktuğu için böyle dediğini biliyorum ama yılmak yok tabii ki. Onu da ikna etme çalışmalarım sürüyor hep.
Her gün hayalini kuruyorum. Geceleri yatarken, belki de yarın gece burada bebeğimizi uyutmaya çalışıyor olacağım diyorum eşime. Gülümsüyoruz. Son günler çok uzun geliyor. Bir an önce kucağıma almak istiyorum onu. Ama o ne zaman geleceğini biliyor. En çok da onun bu hakkını elinden almak istemediğim için doğal, müdahalesiz bir doğum istiyorum. O ne zaman kendini hazır hissederse o zaman.

28 Ocak akşamı, evde annem, ben ve eşim oturuyoruz. Hala yapılacak işler var bana göre. Ev kızımız için hazır değil sanki. Diyorum ki daha odasındaki mobilyaları bile düzenlemedik, daha nevresimlerini bile sermedik; tabii ki gelmez bu kız, her şeyin hazır olmasını istiyor. Onları da güç bela kaldırıp odasını, şimdilik bizim odamıza koyacağımız karyolasını hazırlıyoruz. Hıh, tamam işte, şimdi oldu, diyorum kendi kendime. Artık gelebilir. Zaten yarın, 29 Ocak onun beklenen doğum tarihi. O gece yatarken karyolasına dokunuyorum. Gülümsüyorum yine. Gece iki gibi uykudan uyanıyorum, zaten son on gündür deliksiz uyku nedir unutmuşum. Kalkıp lavaboya gidiyorum. Çok hafif bir kramp var ama hemen geçiyor. Gelip yatıyorum. Beşe doğru tekrar uyanıyorum. Yine aynı kramp ama önemsenmeyecek kadar hafif, belki de ben vücudumu dinlediğim için hissediyorum.

Sabah her zamanki gibi erkenden kalkıyoruz, annemle kahvaltı faslı var. Sonra oturuyoruz annemle, ben son sıralarına geldiğim battaniyeyi, annem de torununa ördüğü yeleği alıyor eline. Sohbet ediyoruz. Öğlen 12.05’te lavaboya gidiyorum (evet, saati not etmişim), pembe sümüksü bir şey gelmiş. Nişan diyorum, okuduklarımdan. Anneme gösteriyorum. Tamam, evet diye onaylıyor. O an o kadar mutlu oluyorum ki… Büyük gün bugün demek diye. Ama bir yandan da ilk doğumların uzun sürebileceği geliyor aklıma, o zaman bir gün içinde falan gelir herhalde diyorum. Annemle öğle yemeğimizi yiyoruz, annem sürekli soruyor sancın var mı diye. Var gibi, yok gibi, belki de tamamen psikolojik. Tabağımı bitiremiyorum nedense. Kalkıyorum. Örgüye devam ediyorum. Annem de yanımda. Sanki sancılarım başlıyor. Hemen yanıma bir not kâğıdı alıyorum. Sancıları not ediyorum. İlki 12.54’te başlıyor. Bir süre on beş dakika arayla devam ediyor. Sancılar çok hafif, nedense bana bir temizlik aşkı geliyor. Lavaboları ovuyorum, evi toparlıyorum. Bir yandan da mutluyum deliler gibi. Annem Ahmet’e haber verelim mi, diyor. Yok, daha erken, o şimdi gelirse hemen hastaneye götürmek ister; ben böyle rahatım, diyorum. Sancıları ayakta geçiriyorum, çömelme hareketleri yapıyorum. Her şey çok güzel. Aralarda oturuyorum, örgüye devam, battaniyeyi kız doğmadan bitireyim derdindeyim. Annem de gülüyor, bir gören olsa ne der bize diye. Kızın doğumu başlamış, bunlar örgü derdindeler. Hey Allah’ım. Saat ikide sancıların şiddeti bir kademe daha artıyor, ama hala dayanılmayacak bir şey değil. O sırada eşim arıyor, ben gayet normal bir şekilde konuşuyorum. Her zamanki şeyler işte diye geçiştirip kapatıyorum. Hala ayaktayım, evde geziniyorum. Bildiğim duaları okuyorum, kızımla konuşuyorum. Beni yaratanla konuşuyorum. Allah’ım benim yaratıcım sensin. Şimdi bu minik can da benim aracılığımla dünyaya gelecek. O an geldiğinde yardım et bana diyorum, çünkü sen beni en iyi bilensin, bana ancak sen yardım edersin. Öyle güzel geliyor ki bu. Bu arada annem de dualar okuyor. Ev sessiz, sadece ben, kızım, annem ve muhabbet kuşumuz Babuş var. O da sessiz, sanki olacakları hissediyor. Güzel şeyler düşünüyorum, gittiğim güzel bir yeri mesela, bir deniz kenarını. Dalgaların sesini. Güzel anıları. Sancıları birer dalga gibi düşünüyorum. Evet gitti, bir daha gelmeyecek. Ve kızım bana bir adım daha yaklaştı. Artık her şey ileri doğru gidiyor. Doğumla ilgili okuduklarımdan aklımda kalan, kulağıma küpe olan şey, sancılar düşmanım değil, dostum olduğu ve bana bebeğimi getirdikleri. Böyle düşününce, sancıyı kötü bir şey olarak görmeyince, kendini teslim edince her şey inanılmaz kolay oluyor. Diyorum ki kızım da uğraşıyor şu an bana gelmek için, onun işini kolaylaştırmam gerek. İki kırk beşe kadar bu şekilde dolaşıyorum evde. O sırada hafif bir mide bulantım oluyor ve karnımın üst tarafında bir tekme hissediyorum. Sanırım o ana kadar karnımda çapraz duran kızım pozisyon değiştirip tam kafa üstü durmaya başlamış. Şimdi yürümeyi bırakıyorum, içimden dizlerimin üstüne çökmek geliyor. Koridorda dolanmayı, sallanmayı bırakıp oturduğumuz yere geliyorum. Bir gün önce ortalığı toparlarken eski bir çarşaf vardı, eşimden dolabın yüksek bir rafına koymasını isteyecektim ki ne olur ne olmaz, belki doğumda lazım olur diye geçirmiştim içimden. Sonradan annemin de aynı şeyi düşündüğünü öğrendim. Annem o çarşafı kanepenin önüne sermiş, altına da bir naylon örtü sermiş. Böylece doğum yerim hazır oluyor. Minderin üstüne dizlerimin üstüne çöküyorum. Sancılar artık biraz daha şiddetleniyor. Bağırmıyorum ama inlemek iyi geliyor, çok tatlı bir uyku geliyor sancı aralarında. Uyumak istiyorum anne, diyorum. Kollarımı ve başımı kanepenin üstündeki yastıklara koyuyorum. Şimdi kızımın baskısını daha çok hissediyorum. Arada tuvalete gitme hissi geliyor. Kalkıyorum ama yürümek de gelmiyor içimden. Tekrar minderin üstündeyim. Annem bir yandan belime masaj yapıyor, bir yandan dualar okuyor mırıldanarak. Ben de güzel şeyler düşünüyorum. Az kaldığını düşünüyorum. Bacaklarımı iyice birbirinden ayırıyorum, içimden böyle yapmak geliyor. Ikınma hissi geliyor. Hafif hafif ıkınıyorum. Bu arada sadece pembe sümüksü sıvı geliyor. Saat sanırım beşe kadar falan bu şekilde devam ediyor. Sancılar daha şiddetli artık. Aşağı tarafta bir yanma hissi oluyor, elimi götürüyorum. Yumuşak bir şeye dokunuyorum. Sonra o şey birden patlıyor. Sonunda suyum patlıyor. Annem bebek de birazdan gelir, diyor. Ikınmaya devam et. Artık kızımı hissedebiliyorum. O da kendini itiyor. Elimi atıyorum, kafasını hissedebiliyorum. O an bana bir gülme geliyor. Geliyor anne, geliyor, diyorum gülerek. O kadar muhteşem bir his ki. Acı yok, yanma hissi bile güzel geliyor. Büyük bir haz. Bir ya da iki kez ıkınıyorum ve kızımın kafası çıkıyor. Annem kafası çıktı, durma bir kez daha ıkın, diyor ve çok hafif bir ıkınmayla kızım doğuyor, mindere yumuşak bir iniş yapıyor. Ben doğdu, inanamıyorum doğdu, şükürler olsun, diyorum. Kızım çıkar çıkmaz ağlamaya başlıyor. Önceden dezenfekte ettiğimiz makas ve ip kenarda duruyor. Anneme göbek bağını kesmeden önce biraz bekleyelim diyorum, kızım gözlerini bana dikmiş bakıyor. O görüntüsü sanırım ölene dek hafızamdan silinmeyecek. Öyle güzel bir bebek ki… Göbek bağını ben kesiyorum. Bir ıkınmayla bebeğin eşi de düşüyor. Sonra annem göbeği bağlamaya çalışıyor. Ama o ana kadar gayet sakin olan annemin heyecandan elleri titriyor. O kadar titriyor ki çekiştirmekten ip kopuyor. Sonra ben bağlıyorum. Hemen bir havluya sarıp kucağıma alıyorum bebeğimi. Kenara geçip oturuyorum. Kucağımda, gözlerini dikmiş bana bakıyor. Hoş geldin kızım diyorum. Hoş geldin… Sonra göğsüme koyuyorum. Sütüm henüz yok ama mememi yalıyor, ağzına almaya çalışıyor. O sırada annem ortalığı toparlıyor.

Sonra babasını arıyorum. Hep dalgasını geçtiğim şey gerçek olmuş. Sen işteyken ben doğuracağım, sonra da kapıda kızımla seni karşılayacağım derdim. Arıyorum, kızımız doğdu, evdeyiz, gel hadi, diyorum. Şaka yaptığımı sanıyor. Kızın ağlama sesi duyulunca bizim kızımız mı o, diyor. Evet diyorum, gel hadi. On dakika içinde evde oluyor. Gelip de beni kucağımda kızımızla görünce dizlerinin bağı çözülüyor, yere dizlerinin üstüne çöküyor. Sonra yanımıza geliyor. Bize bakıyor. Ne diyeyim ben sana, dediğini yaptın sonunda diyor. Benle gurur duyduğunu belli eden gözlerle bakıyor, sevinçle. O şekilde birlikte oturuyoruz bir süre. Sonra annem kızımızı babasına bırakıyor. Ben kısa bir duş alıyorum. Üzerimi giyiniyorum. Kızım yine kucağımda. Eşimin ailesine haber veriyoruz. Onlar da geliyorlar. Bir şeyler yiyoruz birlikte. Sonra bebek ve benim kontrolümüz için evimizin yakınındaki devlet hastanesine gidiyoruz. Bebeğimiz 50 cm ve 3.550 gr doğmuş. Sağlığı gayet iyi. Ben de iyiyim. Yırtığım varmış bir tane, o dikiliyor. O sırada namım tüm hastaneye yayılmış bile. Evde doğuran kadın diye. Büyük cesaret diyorlar, ne var ki diyorum, son derece doğal bir şey. Dikişim doğumhanede atılıyor bu arada. En sondaki kabinde bir kadın doğurmaya çalışıyor, çığlık çığlığa, ebeyle kavga dövüş. Evde doğum yapabildiğime bir kez daha şükrediyorum. Ebe de kaçıncı doğum, diye soruyor. İlk diyorum, bir kez daha şaşırıyor. Ama sonra, boş ver,  en güzelini yapmışsın, diyor. Dikişim atılınca odaya geçiyoruz. Ne olur ne olmaz diye bir gece orada tutuyorlar. Gece heyecandan mı, mutluluktan mı bilmiyorum uyuyamıyorum bir türlü. Durmadan kızımıza bakıyorum. Halbuki sancılar sırasında ne kadar uykum gelmişti, bir doğsun bebeğimiz, uyuyacağım, diyordum. Ama gözümü bile kırpmadan sabah oluyor. Sonrasında bebeğimizin kontrolleri yapılıyor ve evimize dönüyoruz. Artık üç kişilik bir aileyiz.

İşte minik Ayşe Ece ve benim doğum maceramız. Gerçekten de iyi bir ekip olduk kızımla ve hayatımdaki belki de en güzel anılardan birini yaşamış oldum. İnşallah tüm anne adayları benimki gibi güzel bir doğum yaşar. Son olarak söyleyebileceğim tek şey, bedeninize ve bebeğinize güvenin. Onlar zaten her şeyi yapıyor. Sizin yapmanız gereken tek şey kendinizi onların eline teslim etmeniz.



28 Ocak 2014 Salı

Beklemedeyiz

Hamileliğimin son günlerindeyim. Takvime göre yarın doğum yapmam bekleniyor. Ama bilemiyorsun tabii. Her an gelebilir misafirimiz. Yaklaşık bir haftadır istisnasız her gün telefonlar geliyor, hem benim, hem eşimin, hem de annemin telefonuna. Herkes soruyor, daha doğmadı mı? Ne zaman doğacak? Doğum ne zaman? E bilmiyorsun ki ne zaman gelecek. Herkes iyi niyetli tamam ama soruların muhatabı tek sen olunca iş sıkıcı bir hal alıyor. Artık e işte bekliyoruz, bugün de olabilir, yarın da, üç gün sonra da diyoruz sürekli.

Ama ben de merak ediyorum, ne zaman gelecek misafirimiz?  =)